Biz alışığız ölümlere,
acılara, hüzünlere, paramparça olmuş
yüreklere,bedenlere...
Havanın şaşkınlığına, çiçeklerin boyun
büküşüne...
İşkencelere, zindanlara!
Çiğdemlerin kokusuyla ağırlaşan havaya, baskıya, zulme!
Toprakla, onunla
bağlaşık denize.
Biz alışığız ölümlere, faili
meçhul cinayetlere, asit
kuyularına...
Biz alışığız “asmayalım da
besleyelim mi” diyen darbeci
paşalara.
Açık, aydınlık bir ülke olacağını söyleyen
siyasetçilerin ileri
demokrasikandırmacalarına.
Alışığız tezek yakmaya...
Rus doğalgazı kesilse bile, çile çekip hayatı
sürdürmeye.
Zamana ayak
uydurmaya, emperyalizmin taşeronluğunu yapmaya,
çocuklarımızı öldürmeye.
Alışığız savcılarımızın,
askerlerimizin, polislerimizin,
gençlerimizin öldürülmesine.
Kıyıma alışkınız, katliamlarla hısımız.
Suruç’tan Ankara Garı katliamına uzanan
süreçte kaç kişinin öldüğünü bile dert etmemeye...
Kimsesizler mezarlığında dolaşmaya, çile
çekmeye, kana
kan intikamduygularıyla yaşamaya...
Tahir Elçi’nin
öldürülmesine; Can Dündar’ın, Erdem
Gül’ün tutuklanmasına...
Bilmem sizin
gözlerinizden yağmur bulutu
geçti mi Erdem’in iki çocuğuna yazdığımektubu
okuyunca...
“Ankara’ya ilk kar yağdı, ikinci kar yağdığında sizinle
kartopu oynamak üzere ikinizi de kucaklıyorum.”
Nasıl bir yalnızlıktır o,
içeride yatanlar bilir...
Nasıl bir hüzündür o, nasıl bir
yürek çarpıntısıdır yaşayanlar
anlar!