Zamanın saatini ayarlarken yitip
giden umutlarımızı düşünüyorum, kaygılarımızı...
Vicdanın sesini duymak istiyorum, tüm
mağdurları, mazlumları düşünüyor, yaşamın
lacivert atlasında
tüm ölü çocukların ne
demek istediklerini yazmak istiyorum.
Düşlerim yıllar önceye götürüyor beni...
O kareli defterime yazdıklarımı bir kez daha okuyorum. Aldığım
notlara bakıyorum.
Sivas katliamı geliyor aklıma, ardından Başbağlar,
İstanbul Mavi Çarşı,
AnkaraUlus, İstanbul’u
hedef seçen o büyük acı.
Mazlumu zalimden ayıran, vahşetin cehenneminde yaşayan, çocuklarını
yitirenCumartesi
Anneleri, Lice,
Silopi, Yüksekova mayınlı
tuzaklar...
Her yerde ölüm kol geziyor...
Acımasızlık sarmalı genişliyor...
Öylesine kadim, öylesine vahşi
ve kanlı her
şey bu topraklarda.
PKK, IŞİD ve
şimdilerde FETÖ...
Her dindarı yobaz olarak görmek, boynuna poşu
takanı potansiyel terörist kefesine
koymak, cemaati baş tacı yapmak, neredeyse devleti
Fethullahçılara teslim etmek.
Biz, hep “analar ağlamasın” dedik bunları
yaşarken... Analar ağladı,
çocuklar, eşler, kardeşler mayınlı
tuzaklarda bedenleri
paramparça olurken...
Bunlar yetmezmiş
gibi 15/16 Temmuz’da
FETÖ’cü kanlı kalkışma denendi.
Yaz geçti, sonbahardayız.
Ölüm...
Kan...
Gözyaşı...
Bu
arada Oslo, İmralı hattı...
Barış türküleri, şenlikler,
kardeşlik...
Kim kazanıyor, kim kaybediyor
bu süreçte?
Çocuklarımız ölmesin diye “çözüm
ve barış” isteyenleri “teröre destek” savıyla
yaftalamak niye!
Bir yanda yaftalayıp öte yanda dışlamak...
Korku imparatorluğu kurmak!
Türk, Kürt,
Laz, Çerkez,
Boşnak, Rum, Ermeni...
Bize bu coğrafya yeter de artar bile...
***
Alın yazımız kanla yazılmış bizim...
Nice kıyımlar,
kırımlar, katliamlar gördük, vahşetleri
yaşadık.
Kana kan intikam duygularının nasıl
dalga dalga yükseldiğini...
Bu topraklarda en büyük çocuk
katliamına Gaziantep’te Kürtlerin yaşadığı
bir mahallede kına gecesinde tanık olduk...
Yanı başımızda Suriye var...