Havada yasemin kokusu vardı, unutulmuş
düşler, yazılıp gönderilmemiş mektuplar... Özel hayat
vardı, yasaklar, avuçlarımızın içinden kayıp giden
mevsimler...
Gecenin derin sessizliğinde şiirsel düşler
ırmağı akıp giderken, bir not düşmüşüm o kareli
defterime:
“Her odada kokun ve çok sevdiğim hüznün... Hiç
seçmediğim o dağınıklığın boşvermişliğin... Ve ansızın
çekip gidişin... ”
O koku belki hayatın
akışından kaynaklanıyordu; sevgiden, tutkudan,
özlemden kimbilir!
Nezval’la Maria’nın o çok
bilindik aşk öyküsü, şair duyarlılığı, Anna
Ahmatova’nın yüreğime dokunan dizeleri:
“Hiç kimse yakın olmadı bana
Hiç kimse böylesine üzmedi beni,
Acıya salıp gidenler bile.
Okşayıp bırakanlar bile hatta... ”
Tan küllü renklerde sevgiyi yakalayan
iki insan o anda şafağın soğuk
ürpertisinianımsadılar...
Bir gün Maria, Nezval’a seslendi:
“Bir kahve içelim mi dışarıda bir yerde!”
İçmediler...
Ve Maria, gizlemedi kahve hikâyesini:
“Senden ayrılıyorum ve bir başkasıyla evleniyorum...
”
Nezval gözlerini yumdu, Maria yanından kalkıp karşı koltuğa
oturdu...