Eski Yunan filozofu Karneades Roma’ya
gittiğinde iki konuşma yapmıştı.
Bu konuşmaların birincisinde adaletin övgüsünü
yapıyor, her şeyin adalete dayandığını söylüyordu. İkinci
konuşmasının konusu ise adaletsizlikti.
Konuşmasında Karneades, ilk söylediklerinin tam tersini söylüyor,
adaleti yerin dibine geçiriyor, adaletsizliği güçlü bir dille
savunuyordu.
Bu davranış biçimi, eski Yunan’daki “kuşkucu düşünce”nin en güzel
örneklerinden biridir. Karneades’in vurgulamak istediği şudur:
“Hiçbir şey salt değildir. Dünyada salt gerçek yoktur. Adaletin
bile salt olduğu söylenemez.”
Bu bilimsel görüşe, daha sonraki süreçte değer verilmedi. Salt
gerçeğin “salt doğru”nun varlığına inanıldı.
Bunun sonucunda özgürlük, yerini bağnazlığa;
hoşgörü de hoş görmezliğe terk etti.
Kendi doğrusunun salt gerçek olduğuna inanan insanoğlu, başka
düşünceleri acımasızca suçlamaktan çekinmedi.
Jean D’arc ve Bruno’yu ateşlere
atan, dünyanın güneş çevresinde döndüğünü söyledi diye
Galileo’yu engizisyonun pençesine gönderen bağnaz
düşünce böyle oluştu, güç kazandı.
İnsanlığın ve uygarlığın ilerlemesiyle çağdaş dünya, salt gerçeğin
egemenliğinden ancak 2 bin yıl sonra
kurtulabildi.
17. yüzyılda Descartes’la birlikte ortaya çıkan
bilimsel kuşkucu yöntem, salt gerçeği yansıyan bir dünya görüşüdür.
Bilim bu doğrultuda yürüyerek bu aşamasına erişmiştir.
Kuşku, bir aydınlığa koşmak biçiminde nitelen...