Yağmur dindi, bulutlar çözüldü…
Ay ışığı vurdu odaya… Sırılsıklam olmuş bir
gecenin içinde tarifsiz
yalnızlıkları yaşıyordu
kent.
Yıllar önceye gitmişti ister
istemez…
Ege
kıyılarında deprem dur
durak bilmiyordu. Manisa,
Muğla, Bodrum sarsılıyordu.
O yılları
anımsadı.
Adapazarı,
İzmit, Yalova,
Gölcük, Değirmendere.
Çok sayıda ölü ve
yaralı…
O çığlıklar,
haykırışlar…
O ölümün soğuk yüzünü görmüştü
insanlar göçük altında
kalan çocuklarını, analarını, babalarını
ararlarken.
Yıl kaç mı?
17 Ağustos
1999…
Siyasal erk hem aymaz hem de
vurdumduymazdı.
Vahşi kapitalizmin yüzü bir kez daha
görülmüştü.
Talana
ve soyguna göz
yumanlar
bir kurtarıcı gibi
ortalıkta dolaşıyordu.
Uyku bir ağacın dalları gibi sarmıştı
bedenlerimizi.
Solumalar sessiz bir ışıkta rüzgâr gibiydi.
İnsanlar karamsarlık içindeydi.
Gözlerimiz yumulu, kirpiklerimiz sulara
sürtüyordu.
Bir genç kadın, o gece sarsıntıyla uyanmış,
yatağının üzerinde sallanan ampule bakmıştı
sadece.
Bir
erkek zamanın akışında,
engin sulara yönelmişti, sevdanın görünmeyen yüzünü yakalamak
için.