Mevsim sonbahar... Aylardan ekim... Bir hüzün
bulutu çöküyor vadiye...
Gün ışımak üzere!
Yorgun, kavramsal bir gök, bir ufuk çizgisi, morla kırmızının
buluştuğu yerde.
Şair Herbert’in dizeleri gibi her şey...
Ölümle umut iç içe girmiş.
Düşlerin ağırlaşmış dünyasında, şair Herbert’in dizeleri çıkıyor
ansızın karşıma...
“Dünya ekseni gıcırdayıp duruyor...”
Şehit, ölüm haberleri geliyor...
Ankara katliamı, yorgun yüzlü emekçiler,
ağlayan çocuklar...
Kimi cami avlusunda, kimi mezarlıkta.
Şairin dizelerinde paramparça oluyor
heceler...
Dağlıca’da dört, Tunceli’de iki şehit...
Zaman durmuş gibi...
İçimde şimdi bir Japon balığı sanki
çırpınıp duruyor, kuyruğunu kalbime, diyaframıma çarpıyor, çarpar
gibi akvaryumun camına.
Kumlar kaldırıyor gökten...
Gözlerim kararıyor...
Savaş haberleri, ölüm haberleri, kör terör...
Bir zamanlar umutları, hüzünleri bölüşürdük, acılar ırmağının
kıyısında bir ağacın altında otururken.
Bazen top gibi kırmızı bir güneşin altında hayata el
sallardık...
Ne oldu bize, ne oldu anlatır mısın?
Yüreğimizde sevgi vardı, dostluk, hayata dair öyküler...
Baskıcı bir siyaset anlayışı, görgüsüzlük, akan kanı
umursamamak!
Karanlık odalara tutsaktık artık!