Dumanlı ve seyrek gülen bir dağ düşün, ovanın üzerinden yükselen
rüzgârı, şafak vakti ışıyan
soluk güneşi...
Bir çocuğun gözlerinin içine bak, acılı
bir annenin, babanın, kardeşin...
Esenler otogarından ya
da Edirne’den Yunanistan’a
geçmeye
çalışan Suriyeli,Iraklı göçmenlerin
çığlığında hayata bak istersen.
Farklı kentlerde 5 polisin musalla
taşında yatışına...
Babanın tabuta sarıldıktan sonra yere
yığılışına, gözyaşlarına, acıya
bak...
Ve sen, ağlarken hayatın sürdüğüne tanık
ol, bir büyük kentin meydanlarında dolaşırken.
Mario Luzi’yi okumanın tam zamanı bu
saatlerde, Pınar
Öğünç’ün Cumhuriyet’te
yayımlanan, insanın içini
dağlayan, yüreğime bıçak saplanmışçasına
acıtan “İkiOğul İki Acı” röportajını oku bir kez
daha...
Savaşın kötülüğünü, yıkımını öğren o gerçek
öyküde...
Pınar Öğünç diyor ki:
“Savaşın taraflarının acısı sanki bir tartının iki kefesine
konuyor. Savaşı konuşmayaönce akıldışılığından başlamak
gerekiyor belki; savaşmamayı böyle, akılla seçmekgerekiyor.
Yoksa Recep ile Rıdvan’ı
ne yapacağız?”
Biri asker öteki PKK’li iki genç insan!
Şimdi oturup Pasinler Ovası’nı anlatmayayım,
bu, insanın yüreğini dağlayan öyküyü anlatmayayım...
Ah ölümler olmasa, kardeşlik,
barış, aşk olsa hayatımızda, sevgi
olsa...