AYM’nin, Can
Dündar ve Erdem Gül için
verdiği “hak ihlali” kararının ardından bir
hareketlilik başlamıştı.
Sevinç ve duygusallık gazetenin tüm servislerine
yayıldı...
O anda 12 Mart ve 12
Eylül günlerini düşündüm. 1981 yılında İzmir
Sıkıyönetim Mahkemesi Savcısı Ayhan Sun’un
bizim için verdiği “takipsizlik kararı”nı anımsadım...
Zaman çabuk geçiyordu...
Zindanda 90 günü aşkın süreç kimileri
için “yattılar çıktılar” gibi boş tümcelerdir. Çünkü yaşam onlar
için hiçbir değer taşımaz.
Bir hafta önce Can Dündar için, yalan yazan tetikçiler AYM’nin “hak
ihlali” kararının ardından AK
trollere komut verdiler sanırım.
Troller, AYM’yi en ağır dille eleştirdiler, ağıza alınmayacak
şeyler yazdılar.
Gülüp geçtim...
Bu zavallılar insanlıktan payını
almamış “kuş beyinli” bile değillerdi.
İnsan hakları, temel hak ve özgürlükler onlar için insan hayatında
önemli değildi.
Vicdanları nasır tutmuştu; ruhları körelmiş,
intikam, nefret duyguları ortaya
dökülmüştü...
Bir çamur atma kampanyası, doğrudan bir linç
girişimi AYM’nin genel kurul üyesiyargıçları
etkilemek için yapılıyordu.
Orhan Erinç’le birlikte şubat
ayazında Silivri’ye doğru yok alırken,
hayatımızdan çıkan renkleri; 12 Mart ve 12 Eylül “mahpusluk”
günlerini, zindanlarda yatan meslektaşlarımızı, suçsuz insanları
düşünüyordum.
Hayat böyle geçip gidiyordu...
Silivri Cezaevi’nin kapısının önündeki alana geldiğimizde saat
akşamın dokuzuydu...