Yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımız...
Umut ve umutsuzluk...
Sevgi...
Kardeşlik...
Ne çabuk unuttuk bunları.
Her gün yeniden ölüyor kış...
Her gün yeniden ölüyor bahar...
İç çekişler arasında gidip geliyoruz hep birlikte.
Çok değil üç yıl önce falan...
Şanlıurfa’da dönemin Başbakanı “kanlı tarih”e
inat, barışı müjdelerken insanlığın
sayfasını açıyordu.
Şimdilerde unutulmuş bir konuşmanın o sayfasını okudum dün
sabah.
2017’nin ilk günlerinde alçak terörün izleri
geçmemişken mavi göğün şaşırtıcı görüntüsünü, zamana yenik düşmenin
hüznü içinde her gün doğan ve her gün ölen günleri, ilkyazı
düşündüm.
Kanlı tarihin sayfaları ölüm
kusuyordu...
“İşte o yazı”dan bir bölüm:
“Ocaklar söndü, yürekler yandı, huzurumuz kaçtı. Maddi
olarak da çok ağır bedeller ödedik.
Terör sorununu hukuk içinde hamdolsun çözüyoruz.
Demokrasiyle çözeceğiz dedik. Ekonomik kalkınmayla,
hizmetle, yatırımla çözeceğiz.
Sadece güvenlik tedbirleriyle çözülmez, dedik. Kültürel,
demokratik insani hakları teslim ederek çözeceğiz,
dedik.
En önemlisi, kardeşlik hukuku içinde çözeceğiz,
dedik.”
Üç yıl geçmiş aradan...
Kanlı bir süreç içinde yaşamışız bugüne dek.
Ve yaşıyoruz...
2016’yı giderek ivme kazanan kör
terörle, FETÖ’cü kanlı
darbe kalkışmasıyla yaşamışız.
Çocuklarımız şehit düşmüş, genç bedenler toprağa
verilmiş.
2017’nin ilk günü şafak söktüğü
saatlerde İstanbul’da
Adli Tıp önünde ölülerimizin
aileleri toplanmış.
***
Önce derin bir sessizlik, ardından yükselen
çığlıklar...
Artık ölmesin ilkyaz, kış, güz...
Öyle düşünüyor, hayatın çiçekli bahçelerinde dolaşmak
istiyorduk.
Oysa kör, hain terör peşimizi bırakmıyordu bizim.
Olan sivillere, güvenlik güçlerine oluyor, kardeşlik
hukukunu geliştiremiyorduk.