Anılarım beni alıp götürüyor dağların
yamaçlarına, derin vadilere bir sonbahar
sabahında.
Bir orman, bir koru; belki bir bahçe... Belki bir çift göz, hafif
eğimli bir patika...
Belki mavi bir rüzgârdır esen bir çığlık; belki bir
denizdir konuşan, hayatı anlatan.
Sabahın
aydınlığı gecenin karanlığı.
Bir çığlık...
Yıldızların altında
yürürken “barış” derken, “savaş” diye geri
dönenler, Ankara Garı katliamını neden unutturmak isterler
topluma?
Bu cinnet hali, bu
acımasızlık, Güneydoğu’yu kuşatan
terör, “Cemaat”, “Hizmet”deyip Fethullah
Gülen’i kucaklarken “FETÖ bizi kandırdı” diyen
bir zihniyet.
Ölülerimizin sayısı 30
bin mi, 40 bin mi, kaç
olduğunu söyleyin haydi...
Kanlı pusular, araçlara yüklenen beş ton bomba...
Aklımız, vicdanımız
nerede bizim...
Kendi halkını katleden bir terör örgütü, kanlı darbe
kışkırtması, Suruç’la başlayan
süreç, art arda gelen katliamlar.
Artık yeter!
Barış isteyenler salt Ankara Garı’nda
değil, Ankara’da, İstanbul’da, Gaziantep’te...
Bizim bir tek umudumuz var... O umut savaş
değil, barış...
Savaş isteyenler katletmeye,
öldürmeye, mayınlı tuzak kurmaya, bombalamaya
devam ediyor...
Siviller katlediliyor...
Kimi zaman AKP’li, kimi
zaman HDP’li ya da başka bir
partili...
Etnik, dinsel,
mezhepsel, siyasi kimliği, inancı
ne olursa olsun ölen siviller, şehit
düşenler bizim
evlatlarımız.
Bir cinnet halindeyiz, sansürleyerek, yayın yasakları koyarak biz
bu cinnetten kurtulamayız...