Dikenli teller, ölüm yüklüydü...
Üzerimizde acımasız bir gökyüzü bizi izliyordu...
Gazetelerde ölüm haberleri eksik olmuyordu. Hepsi kan
gölünün kurbanlarıydı...
Jura Soyfer mi okunur bu saatlerde?
Divana uzanan bir kadın. Belki siyah saçlı, mavi gözlü, belki de
kapkara bakışlı.
Kadın, adama kızgın!..
Dışarda denizin hışırtısı...
Karşı kıyıda bir ışık yağmuru...
Jura Soyfer, Ahmet Cemal’in Türkçesiyle küçük
kuşların uçuşunu, emeğin alın terini anlatıyor...
Gece durgun ve sessiz...
Gök gürültüleriyle dolu bulutlar yok havada...
Diyorum ki:
“Bir başka ışıkta gösterir seni / Parasız ama onca değerli şeref
günleri / Sırtına bir çeket almak yerine / Bürünürsün binlerce
şerefe / Hep nefret et sefaletten, / Bırak toza boğulsun masanın
üstü / Ama temiz tut şeref denen şeyi / Tertemiz ve lekesiz
tut...”
Kadın, divandan kalktı, balkona çıktı. Bahçede hanımeli kokusu
vardı.
Tam karşı dairede bir başka kadınla bir
adam, kendi düşlerinde sevginin ve aşkın
ağını örüyordu...
Sanki bir sevda büyüyordu genç kız yüreğinde; sanki bir aşk yıllara
meydan okuyordu...
Bir ses duyuluyordu karşı tepelerden.
Çok uzağımızda kalıyordu tüm sevinçler...
Bizler binlercemiz sabah karanlığında, hiç konuşmaksızın öylece
duruyorduk...