Yeni yılın ilk günlerinde aklıma şu soru
geliyor, Can Yücel yaşasaydı nasıl anlatırdı bu
günleri...
Siyasi kimliğiyle mi, Adana
Cezaevi’ndeki günleriyle mi, yoksa yanından bir
kez olsun ayırmadığı içki şişesiyle mi, ünlü küfürleriyle
mi?
“Sevgi Duvarı” adlı şiiri, Can Baba’yı
belki en iyi biçimde anlatıyor, onun sevgi dolu yüreğini bizlere
yansıtıyor:
Sen miydin o, yalnızlığın mıydı
yoksa
Kör karanlıkta açardık paslı
gözlerimizi
Dilimizde akşamdan kalma bir
küfür
Salonlar piyasalar
sanatsevicileri
Derdim günün insan arasına
çıkarmaktı seni
Yakanda bir amonyak çiçeği
Yalnızlığım benim sidikli
kontesim
Ne kadar rezil olursak o kadar
iyi
Can Yücel’in fotoğraflarına
bakıyorum...
Düşlerde mi anımsanır aşk,
yürekte mi büyür hüzün?
Bir çift acılı gölge İvanov’un Tanrısal mezarı
üzerindedir. Aynı gizin iki sesli ağzı, aynı düşün titreyen kanadı
olur...
Divan kapının yanındadır, karşıda aynalı dolap
vardır...
Tuhaf duygular içindedir sevdanın
resmi...
Ey koca Can Yücel, eski günlerden kalan
sevda, saçındaki o çiçek nerede?
Ben bu soruyu, bir imbat akşamında
İyonya’nın kıyısında bol rakılı masada sormuştum
Can Yücel’e...
Yorgo Seferis’ten dizelerin
okunduğu yıldızlı gecelerde, yunusları barındıran gürleyen toplara,
bir zaman acılar salan denize karşı...
Yıllar önce o saatlerde Akdeniz ve İyonya
yaraşıyordu tüm kadınlara...
Gözlerimizde hüzün vardı... Gözlerimizde
sevgi...
***
Bilmem yarı aydınlık gecelerde umudumuzu boş
yere tüketmenin acısını mı yaşattık yıllar boyunca...
Ellerimizde var olan sevdaları kış bahçelerinde
saklamaktan usandık!..
Bilinmeyen zamanın içinde bizlere vız gelen
uğultuları dinlemekten, karabatak kuşlarına,
cehennem güllerine bakmaktan yorulduk!..
Yoksa korkularımızın, aşklarımızın bizi bir gün
terk edip gitmelerinden mi korkuyorduk?
Ama gitmediler!..
Andre Laude’nin dizelerini
çıplak, güzel ve taze; aşkın ve ölümün ağlatısında mı
ezberlemiştik?
Ey koca Can Yücel!..
Tıpkı Yannis Ritsos gibi
göklere inanırdık eskiden, aşklarımız denizlerin rengini gösterirdi
bize; yalnızlıklarımız ise ölü kentleri, unutulmuş ormanları,
boğulmuş gürültüsüyle...
Gök şimdi yaralı bir martı...
Sen hep şiire, aşka ve ölüme
inanmıştın!..
İlhan Selçuk, bak, sen
hastalandığında ne güzel anlatmıştı seni:
İyi ki Can var...
Yoksa dünya bunca güzel olmaz,
bizim evin çevresindeki erik ağaçları mart ayında
çiçek açmazdı.
Can’ın iyi ve kötü huyları
vardır; iyi huylarından biri içkiyi sevmesi, ikincisi
öfkelendiğinde sövmesidir... Ancak bu huylar
herkese yakışmaz; İçmek ve sövmek Can kadar güzel
şiir yazan da iyi huy sayılır; sıradan adamın içmesi
ve sövmesi ayıptır, kötüdür...
***