Süleyman Demirel’in ölümü ve
siyasal yaşamımızın bugün içinde olduğu süreç...
68 ve 78 kuşaklarının çok yakından tanıdığı
bir siyasetçi...
Başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına uzanan bir yol... 12
Mart, 12 Eylül ve 28
Şubat...
Elbet ölünün ardından konuşulmaz, yazılmaz...
Peki, televizyon ekranlarında ballandıra ballandıra anlatılıp
övülür mü, bir
demokrasi kahramanı olarak
görülür mü?
Demirel’i elbet bir
gazeteci olarak ben de yakından
tanıma olanağı buldum, yüz yüze görüşmeler yaptım,
izledim.
Dinci değil dindar bir siyasetçiydi,
kendisine muhalif olan
gazetecileri dışlamaz, onları toplantılara, yurtiçi ve
yurtdışı
gezilerine ayrım yapmaksızın çağırır,
sohbet eder, espriler yapardı.
Şimdi ben 91 yaşında ölen Demirel’in
ardından ne yazabilirim!
Ölüm haberini öğrendiğimde aklıma ilk
gelen Deniz Gezmiş, Yusuf
Aslan veHüseyin İnan oldu...
Darağacındaki o üç fidanı düşündüm...
Yeğeni Yahya Demirel’in mobilya
yolsuzluğunu ve onu nasıl savunduğunu:
“25 yaşında olan bir çocukla uğraşıyorlar...”
Ortada büyük bir yolsuzluk vardı, Yahya Demirel’in
adı “yiyen” olmuştu...
Mobilya yerine sunta
ihraç eden, yani hayali
ihracat yapan Yahya, Türkiye’nin gündeminden
düşmüyordu.
Özellikle Cumhuriyet ve Milliyet olayın
üzerine gitmiş, büyük vurgunu tüm ayrıntılarıyla ortaya
çıkarmıştı...