Eflatun şöyle demiş: “Ancak krallar filozof ya da filozoflar kral olursa devletler mutlu olabilir.” Eflatun’un bu görüşü, günümüz koşullarında pek akıllıca sayılmasa da insanı düşünmeye yönelten bir yanı olduğunu yıllar önce İlhan Selçuk yazmıştı... Devlet yönetiminde düşüncenin, mantığın ağır basmasını isteyen Eflatun haklıydı. Oysa tarih boyunca devlet yönetimlerinde pek az payı olmuştur düşüncenin ve mantığın... Devletlerin yönetiminde mantık ve düşünce hep geride kalmış, laiklik kavramıyla alay edilmiştir. Mantık ve düşünce yönetimlerce benimsenseydi, demokrasilerin laiklik temelinde yükseleceğini insanlar bilir, temel hak ve özgürlükleri savunurdu, bağnazlığı değil. Daha açıkçası ulusal egemenliğin kayıtsız şartsız halkın elinde olduğunu. Descartes’in ünlü özdeyişini anımsatayım yeri gelmişken: “Düşünüyorum, öyleyse varım...” Bu özdeyiş Türkiye’de ve “üçüncü dünya ülkeleri”nde şöyle anlaşılmıştır: “Düşünüyorum öyleyse vurun...” Çağımızda düşünce özgürlüğüne karşı çıkanlar böyle davranıyor. Cumhuriyet tarihinde hep böyle oldu. Nâzım Hikmet’ten Sabahattin Ali’ye; Tan gazetesi baskınına dek olaylar zinciri... Katliamlar, cinayetler, zindanlar... Uğur Mumcu, Musa Anter, Hrant Dink ve daha pek çok gazeteci, bilim insanı düşüncelerinden ötürü öldürülmedi mi? Soner Yalçın, Nedim Şener, Ahmet Şık, Barış’lar... Yalçın Küçük, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve daha pek çok ad zindanlara atılmadı mı?