Yoklukla varlık arasında gidip gelirken, bir yandan hüzün
topluyoruz, bir yandan daumutlarımızı
diri tutmaya çalışıyoruz...
30 bin, 40 bin ölümüz
var derken, ölümleri umursamaz, acıları içine sindirmeye çalışan
bir toplum olduk.
Kin ve nefretle besleniyoruz;
sevgisiz, içten pazarlıklı, vurdumduymaz bir halde yalpalayıp
duruyoruz kimi zaman...
AB’ye vizesiz girme düşlerinden
vazgeçtik...
Vizesiz olsa ne yazar, vizeli olsa ne yazar?
Bodrum’dan, Çeşme’den, daha
pek çok
yerden Ege Denizi’nin
mavi sularına açılangöçmenler, şişme botların
patlaması, çürük teknelerin batması, onlarca insanın boğularak
ölmesi...
Adını anımsadığımız
sadece Aylan bebek...
Hayatın derin sularındayım yazımı yazarken. Umutla umutsuzluk
sarmaş dolaş benim canım ülkemde.
Düşler kurarak avunup duruyoruz...
Ölen kim, öldürülen kim, şehit düşen
kim?
Bu soruyu sık sık soruyorum kendi kendime ve bilerek yine sık sık
yazıyorum...
Ölen ve öldüren, kaçan ve kovalayan bu ülkenin
yoksullarının çocukları...
Terör belası Türkiye’nin yakasına yapıştığını sanıyor ama
aldanıyor.
Türkiye, Suriyeve Irak gibi
parçalanmış, iç savaş olan bir ülke değil.
Düzenli ve güçlü bir ordusu var, birkaç
gün önce uzun uzun değinmiştim...
Olan demokrasimize, temel hak ve özgürlüklerimize oluyor.
Terörü fırsat olarak gören bir zihniyet, düşünce özgürlüğünü elinin
tersiyle itip atıyor...
***
Ege Denizi toplu mezarlara dönüşmüş, umuda
yolculuk, kurulan düşler ölümün
adı ya da adresi olmuş...
Tüm bu olup bitenleri, yaşananları ne çabuk unuttuk değil
mi?
2 milyon sığınmacı gelmiş Türkiye’ye,
yedirmiş, içirmiş, yatırmışız...
Tüm AB ülkeleri 400 bin mülteci alacak
ama bunu bile yerine getirmediler...
AB’ye vizesiz giriş hayali bitti; Ege Denizi’ndeki toplu mezarlar
çoktan unutuldu.
Şimdilerde PKK ve IŞİD belasıyla
uğraşıyoruz, din üzerinden siyaset yapıp ülkeyi şeriatla yönetmek
gibi içten içe gelen bir dalgayı göremiyoruz.
Fransa, Belçika, Almanya panik
içinde: