Her şey tekdüze
geliyor belki
bize...
O
saatlerde Peru’da,
bir ırmak kıyısında
yaşanmış öyküler dinliyor
olmalısın...
Denize melek çizilmiş bir
serçe...
Carlos Oquendo
de Amat’ın “Melek
ve Gül” ormanını anımsatır camlara vuran
gölgeler...
Sonra?
Alçakgönüllü bir ezgi
gibi usulca geliyor
adın ve beyaz kumrular uçuyor
ellerinden...
Anılarım hep beyazlar
giydiriyor sana buradakilerin
uzaktan izledikleri bir
çocuk oyunu gibi...
Bir gök ölüyor ellerinde ve inceliğinde bir gök
doğuyor; sevecenlik bir çiçek gibi
açıyor yanında düşünürken...
Diyorum
ki:
“Sesin yağmur kadar
ilkel
sesinle ufuk
arasında
Güller de şarkılar da
sessizdir
sen
varken...”
Paris’te bir gece
yarısı seni
düşünüyorum...
Çocukluk yılların geçiyor, ışıklı bir trende.
Oyuncakların, pilli bebeğin yine
elinde...
Yumuk gözlü bir çocuğu düşünüyorum.
Evrene “merhaba” demesini
anımsıyorum...
Onu, pencereden
seyrettim ilk
kez...
Annen, kardeşin ve
sen!..
Umuda doğru koşuyorsun. Mevsimlere, haziran
çiçeklerine. Gökyüzünün
mavisine,
kırlangıçlara, sığırcık
kuşlarına...
Bebek sana
gülümsüyor...
O üç saattir yaşamın
içinde...
Sen bebek, o bebek ne yapacaksınız
bebekler?
Bir sevda masalının içinde düş kuruyorsunuz
birlikte...
El bebek, gül
bebek!..
***
Paris metrosu
tenha...
Gözlerimi
yumuyorum...
Bir İstanbul geçiyor resimlerle, bir İstanbul
Sarıyer’de bana gülümsüyor...
Miguel
Hernandez’in “Türküsü”nü
söylüyorum; küçük balıklar düşünüyorum,
tırtılları...