Uyurken seni seyrettim uzun uzun...
Kış bahçelere vurmuştu...
Dışarıda rüzgârın ıslığı gülümseyen bir gülü
anımsatıyordu bana...
Yüreğimde titreşen bir sevda ürkütülmüş korkuları
getiriyordu...
Seni düşündüm sabaha dek...
Ve kendi kendime sordum:
“Neden böyle oldun, niçin kendini feda ettin?”
Sen uyuyordun...
Sabah olmak üzereydi...
Bense salonda tek başıma oturuyordum...
Zamansız acıların içinde kaybolan düşlerim, nisan
sabahlarında kaçıp giden aşklarım geldi
aklıma...
Sonra Nihat Behram’ın “Ellerin Avucumda İki Ateş
Damlası” şiiri...
“Çiçeğinde yeni yeni kamaşan zerdalisi ömrümün,
gülüşümde çekirdeği sertleşmemiş ilk çağlam,
kızım benim, nazım benim,
gurbet elde sazım benim,
yalazlanmış can tanem,
körpe dalım bir tanem..
Sisini gözlerimin, içimdeki dumanı
seziverdin de sanki
acılandın uykunda,
sızlandın huysuzlandın..”
Artık sabah olmuştu...
Bir telaş, bir koşuşturmaca başlıyordu sokaklarda...
Kendi türkülerinden habersiz bir gece Wallece
Stevens