Bahçede bir nar, ıhlamur bir de iğde
ağacı...
Geceydi
üşüyorduk...
Denize yakın mağaralarda hani bir susuzluk
duyar ya insan, bir aşk hisseder ya yüreğinde, bir
coşkuyla alevlenir ya evren, deniz kabukları gibi alır avcuna
tutabilirsin hayatı.
Hayat böyledir işte...
Gözünü yumarsın aklına
yaşanmışlıklar gelir. Kadına
şiddet, kadın cinayetleri, tecavüz, çocuk gelinler ve onların acı
öyküsü.
Bir bilinmedik yola çıkarsın kaygılarını yanına
alarak.
Bir yanda ezen vardır öte yanda
ezilen...
Yoksulluk diz boyudur.
Urla’da o yıldızlı gecede
Çandarlı üzerinden esen poyraz
yorgun Seferis’in anılarıyla buluşur.
Bir İyonya
gecesindedir...
Nice acılar içinde düğüm olur, canın
sıkılır.
Denize doğru bağırırsın:
“Ne ezen ne ezilen...”
AVM yangınları gelir, bilmem kaç metreden yere
çakılan asansör...
Ölen işçiler...
Kadın işçilerin dramı...
Sonu gelmeyen bir yolculuktu bizimkisi,
gecenin korkularıyla yoğunlaşan
kıyılarında.
Deniz bir başka denize karışırken ben
umut arıyorum kendimce...
Çocukların gözleri umutla bakmalı
herkese...
Deniz başka bir denize karışırken, kuş
cıvıltıları, o ruhları bir olmuş küreklerle, ıskarmozlarla
yüzlerinin görüntüsünü kıran sulardaydık.
Çocuklarımız için kaygı
çekiyor, onların geleceklerini düşünüyorduk.
Pırıl pırıl gümüş renkli sabahlarda
uyanabilecek miydiler?
***
Tek derdimiz ne ezen ne ezilen
insanca, hakça düzen istemekti...
Laiklik...
Demokrasi...
Özgürlük...
Barış...
Hukukun üstünlüğü...
Adalette eşitlik...