Bir defterin sararmış sayfalarını karıştırıyorum...
Defterin sayfalarında insan yaşamının ince
ayrıntılarının yanı sıra yaşanmışlıklar anlatılıyor.
Kimi zaman yenik düşüyoruz hayat mücadelesinde. Kendi düşlerimizi
arıyoruz. Çocuksu gülüşler göremiyoruz
çevremizde.
Kitaplardaki yasaları kullanacak olan kişi, uçara ve
kaçara nişan alan
atıcı gibidir.
Uçar ne, kaçar ne?
Hiç durmadan değişen çevre. Dünya
olayları. Toplumsal koşullar.
Başka neler?
Bilim...
Üretim güçleri, ilişkileri...
Renkten renge giren dünya haritası...
Dalgalı bir hayat...
Kuralları ezberlemek başka, uygulamak başka iştir. Soyutla somut
arasına binbir şey girer. Kiminin gözü keskindir, kimi uzağı iyi
görmez.
Kimi laf ebeliği yapar, her konuda kendini uzman
sanır.
Televizyon ekranlarında bir akşam anayasa
hukuku konusunda, ertesi gün yine aynı
ekranda ekonomist olarak karşınıza
çıkar. Bununla yetinmez. İki gün sonra siyaset
bilimcisi olarak arz-ı endam eder.
Yaşamın her kesitinde benzeri olaylarla karşılaşırız. Onu
dinlediğinizde her konuda fikrini açıklar. Daha
doğrusu fikirsizliğin çemberi arasında
gidip gelir.
Aslında fikir sahibi falan değildir...
***
Örgütsel bütünlük içinde olaylara bakmak
zorunda bulunanları bir yana ayırıyorum. O kişilerin fikirleri,
örgüt disiplini içinde oluşup gelişir, benimsenir. Ama tek başına
karara varmak durumunda bulunan aydınlarımızın ve
gençlerimizin kişisel
tutkuları ve büyük
yanlışlar yapmaları olası değil mi?
Bilgece bir alçakgönüllülük içinde olaylara yaklaşmak hem bir
erdemdir hem kişiler ve saflar arasında yakınlaşmayı sağlamanın
gereğidir.
Televizyon ekranlarında, siyasette bunları
göremiyoruz. Fikirsizlerin fikirleri her
yerde karşımıza çıkıyor bizim.