Sessizlik bize göre değildi...
Umutlarımızı yitirmek.
Seven ve sevişen her şeyi yıldızlara inat,
ormandaki kuşlara, böceklere inat, ağacın dallarına inat, doğan
güneşe, fırtınaya, yağmura inat avuçlarımızda sımsıkı
tutuyorduk.
Batık kentlerde dolaşırken kendi kendimize sormuştuk:
“Bana hayatın resmini çizebilir misin?”
Kıtlık, yoksulluk, savaşlar, kıyımlar, katliamlar...
İnsana yaşama sevinci veren neydi!
Çok eski zamanlardan
kalmış acılar kuşatmıştı
yüreğimizi.
Çiçekler gibi açılmış dudaklarıyla çocuklar, gençler, kadınlar,
erkekler...
Miklos Radnoti’nin iki sevdalısı, yağan yağmur,
miğferleriyle örtülü alınlar...
Bir yıldız kaydı ansızın...
İçimizde büyüyen o sıkıntı, o bilinmez
başkaldırı belki
de Czeslaw Milosz’ın
dizelerinde de vardı.
Bir gri gökyüzü, yolda yürüyen insanlar...
Ölüm haberleri!
Uzaklardan gelen bir ses:
“Sen kurtaramadığım insan, dinle beni!
Anlamaya çalış bu yalın sözleri...
Bana güç veren şey, ölümcül bir darbeydi senin
için...”
O sesi duyduğumuzda irkildik...
Gökyüzüne çevirdik başımızı, evrenin önceden
varoluşunu düşündük.
Ağladık kimi zaman, kimi zaman güldük...
Geceleyin, içine süzüldüğümüz o
kara yokluk içinde nice ihanetlere tanık
olduk.
Kumral gençlik günlerimiz çok gerilerde kalmıştı...
Devrime inanmıştık o yaşlarda...
Bekledik gelmesi için, ölümlerle
buluştuk, arkadaşlarımızı
kaybettik...
Dürüsttük, onurluyduk, işçi
sınıfının iktidar olacağına
inandığımız için yollara düşüyorduk.
Bir kuşak böyle akıp geçti...
Adına “68, 78 kuşağı” diyorlar...
***
Bizim için yeryüzünün bir
parçasıydı umut, çekip giden
yılların türküsü...
Nice avuntular ve iç çekişler bilirim, nice acılar,
kaygılar.
Yazdönümü akşamlarını...
Sonbaharı, kışı, ilkyazı, denizin uğultusunu...
Bir dalga vurduğunda kayalıklara, bir serpintiyi, bir
titremeyi.
Rainer Maria Rilke’nin o derin sulara benzeyen
yalnızlığını...
“Yalnızlık yağmura benzer, yükselir akşamları
denizlerden...”
Uzak, ıssız ovalardan esip göklere uzanan bir tutku, bir sevda
anlatılması çok güç...
Zindanlar, mazgallar, demir
sürgülü kapılar...
Yüreklerde bir sığınak, biraz hüzün, biraz umutsuzluk.
Bir şiir, gecikmiş
akşamlardan kalma:
“Yüzleri sabahlara dönünce sokaklar, lambalar sönünce elektrik
direklerindeki, içten içe bir aydınlık düşer gölgelerin
üzerine.
Bir yağmur, bir gözyaşı...
Bir kadın, bir erkek...
Sırtlarında yatak-yorgan düşmüşler yollara...
Yine göç başladı işte...
Umutlar bir başka bahara...”