Turuncu bir aydınlık gökyüzünün
lacivert perdesini aralarken, kurşuni bir çizgi
beliriyor...
Düşle gerçek arasına sıkışmış bir toplumun
fotoğrafları düşüyor önüme.
Zamanı bir anda durdurmak geçiyor insanın
aklından.
Anlamsızlığın gerisinde duran bir boşlukta,
yaşam sanki asılı kalıyor...
Yaşamın bitmeyen sularındayız.
Kimi zaman umutlu kimi zaman
umutsuz...
Çevremiz yok oluyor, ormanlar
talan ediliyor, siyanürlü altın üretimi
sürüyor, HES’ler doğanın canına okuyor, ağaç
katliamı her geçen gün artıyor.
Bembeyaz masallarda evrenin gökkuşağı
rengine kin ve korkuyu salıyoruz.
Oysa aydınlığın kapısını aralamalıyız. Kin ve
nefreti hayatımızdan çıkarmalıyız.
Biz neredeyiz şimdi, nerede duruyoruz yaşamı
güzelleştirmek için ne yapıyoruz?
Çocuklarımıza bir gelecek sunmak için ne
yapıyoruz?
Savaş değil barış isterken, ABD Başkanı
Trump önce YPG’ye ağır silah verme kararını
onaylıyor. Ankara sert tepki verince Savunma Bakanı
Mattis, endişelerin çözümü için çalışacaklarını
söylüyor.
ABD basını “Operasyonlar sonrası silahlar
alınacak” yazdı, Pentagon ise anında
yalanladı.
Muhalefetten de tepki geldi:
CHP, ABD’ye gitmesin. MHP,
gitsin, uyarsın...
Bu arada Danıştay Başkanı Zerrin
Güngör’ün Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle kuvvetler
ayrılığı ilkesinin belirgin hale geldiği,
OHAL ve KHK’lerle kişi hak ve
özgürlüklerini amaç dışı sınırlamadığı görüşüne
CHP’den sert tepki geldi:
“Danıştay Başkanı tam anlamıyla cüppesini
çıkarmış, siyasete girmiştir. Kendisini kınıyoruz.”
***
Bir batık kent görüyorduk
düşlerimizde...
Bulutlar uçuşuyor gibiydi bir ilkyaz
sabahında.
Umuda yolculuğumuz sürüyordu tüm hüzünlerimize
karşın.
Neredeyse 20 yıl önce yazılmış bir yazı, o
kareli defterin sayfalarında kalmıştı.
Çocukluğunu düşündü, babasının
ölümünü, ilkokul yıllarını, düşlerini,
yelkenleri fora edilmiş sevdaları.
Gramofonlar susmuştu...
Eskisi gibi şiirler de okumuyordu.
Gökkuşağının gözlerimize vurduğu yıllar artık
çok gerilerde kalmıştı.
Tekmil deniz kuşları
kaçıyordu...
Dalgalar kayalarda patlıyordu.