Susuyor, konuşmuyor, vicdanımızın sesini dinlemiyoruz.
Ayakta kalabilmek.
Direncimizi kazanabilmek.
Tüm bunları unutup hayatın sayfalarında yitirdiklerimizi anımsayıp
zamana ayak uydurmak.
Yapabiliyor muyuz?
Hayır!
Kolay kanıyoruz...
Göz yumuyoruz...
Düşman belliyoruz...
Avuçlarımızdan kayıp gidiyor tüm değerlerimiz.
Barış, demokrasi, özgürlük... Bunun
için barış bildirisine imza
atan akademisyenlerin mesleklerinden ihraç
edilmesini hiç önemsemiyoruz.
KHK ile Marmara Üniversitesi’nden atılan Prof.
Dr. Özdemir Aktan’ın söyledikleri bir
kulağımızdan girip ötekisinden çıkıyor.
Bir oda...
Duvarda asılı diplomalar, ödüller...
Mesleğinde tam 40 yıl.
Bunca emek, bunca çaba...
Geride az sayıda arkadaşları, çok sayıda öğrencileri ve
asistanları.
Özdemir Hoca veda ediyor onlara ve küçücük
odasına.
Yaz ayının mavisi gibi gökyüzü...
Işığı otlara düşmüş...
Pencerenin pervazına, camlarına.
Zambağın şarkılarla doğması gibi bir şey işte.
Acı, hüzün...
Islak bir rüzgâr belki uzaktaki.
Bir hıçkırık...
Bir şarkı...
Harfler uyanıyor ve
gidiyor ellerin hızına uyarak...
***
Suskunluk burada başlıyor...
Hüzün burada başlıyor...
Arkadaşımız Sibel Bahçetepe’nin
sorularını şöyle yanıtlıyor:
“En önemli sorun onlar. Onlardan uzaklaştırılmak beni
üzdü ihraç edilmek değil. Bunun dışında beni daha fazla
üzen ise barış, insan haklarına saygı ve daha demokratik
bir ülke istediğimiz için ihraç edilmemiz.
Bunu istemeyecek bir tıp insanı var mıdır?
Bir daha olsa hiç düşünmeden barış bildirisini
imzalarım.
Biz şunu söylüyoruz, savaş bir halk sağlığı sorunudur.
Bir hekim sonuna kadar barışı savunmak, insan yaşamını
korumak zorundadır.