Kareli defterimin sayfalarını
karıştırıyorum... Aldığım notlar, hayat üzerine yazdığım
yazılar.
Yıllar önce yazmışım bunları...
Sahi siz o yıllar dalgalı bir deniz gibiydiniz.
İçinizde tomurcuklanan çiçekler,
özgürlük, sevgi, aşk.
Dalgalı bir deniz gibiydiniz. Uzak iklimlerden
gelmiştiniz. İnsana huzur veren iklimlerden, güneşin ışıttığı
toplumlardan, binlerce yıllık tarih ve kültürden.
Bu özgürlüklerin düzeyi
çağdaş toplum olmanın göstergesi
değil miydi!
Laikliği savunmak, demokrasinin bu temelde
gelişeceğini anlatmak bizim görevimiz değil miydi?
Kadına şiddetin kadın
cinayetlerine evrildiği bir dönemden geçiyordu Türkiye.
Şort giyen üniversite öğrencisi kız minibüste bir sapık tarafından
saldırıya uğrarken oradaki diğer
yolcuların sessiz kalması
düşündürücü değil miydi!
Örneğin bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı,
demokratik bir siyasi rejimin toplum tarafından benimsenmesinin,
toplumsal barış ve
huzurun temel taşı değil miydi?
Demokrasi bir yaşam biçimiydi...
Türkiye ümmet toplumundan ulus toplumuna 94 yıl
önce geçmişti.
Yüreğimizde kabaran bir deniz
vardı.
Dudaklarımızda mercan ışıltısı.
Koskoca dünyada beni ışıtacak kış günlerini
arıyorum 50 dereceyi aşan sıcaklıkta.
Bir süre duruyorum...
Yerimden kalkıp odamın içinde yürüyor,
pencereden dışarıya bakıyorum.
Düşler...
Umutlar...
Sevinçler...
Kaygılar...
Hepsi arka arkaya geliyor içimde...