Dünya gıcırdayıp duruyor. Ay ışığı vuruyor suların üzerine.
Gökyüzü soluk alıp veriyor...
Korkumuz fırtına kanatlarında dağların doruklarına erişiyor.
Bir ses duyuyoruz tam bu sırada:
“Gece gömleği giymez bizim korkumuz...”
Korkularımızın gece gömleği giydiği günlerden geçiyoruz oysa.
Suskunluk, çaresizlik, zamana yenik düşme...
Bir dönem AKP’yi el üstünde tutanlar, demokrasi ve özgürlük üzerine
yazılar döktürenler bugünlerde kaygılarını anlata anlata
bitiremiyorlar.
Hendek savaşları sürüyor, terör tüm hızıyla sürüyor, turizm can
çekişiyor...
Barış ya da çözüm sürecinin yerini, bitmeyecek bir savaş
alıyor...
Çözüm süreci yok artık savaş süreci var...
Acı acı kaynayıp akıyor tümceler, umutsuzluk kuşatıyor ülkenin dört
bir yanını terör azgınlaştıkça...
Bayrağa sarılı şehit cenazeleri, gözyaşları...
Tarihe bir çizgi çekiyoruz, 90’lı yılları anımsıyoruz.
Bak şimdi ay ışığı vuruyor odanın içine, bir anne pencereden
dışarıya bakıyor, Şırnak’ta görevli olan uzman çavuş oğlu Mehmet’i
düşünüyor.
Hüznün bahçelerinde dolaşan, soyunmuş bir ceviz ağacının altında
oturan baba, oğlunu düşünüyor.
Kirpiklerinde kurşunkalemlerle çizilmiş resimler, yüreğinde bir
acı, umutla umutsuzluk...
Nereden başlasam, ne anlatsam hepsi boş, biliyorum...
Hak etmiyor benim ülkem, benim insanım bunları...
Ve dilimde Cahit Külebi’nin aklımda kalan dizeleri:
“Bu gece, bu gece
Uykusuzum, kederliyim, deliyim.
Yüzünden uzak sevgilerin derin aydınlığı,
Durmalıyım şehir şehir, yıldız yıldız karanlıkta
Bu gece ölmemeliyim...”