Gündüzün geceyle buluşan noktasında hoyrat bir kadının
çığlıkları, alev alev yanan alaca bir kuşu andırır...
Bir sevdadır o anda yüreklerde dolaşan...
Zamanın içinde yok olan yalnızlıklar her iklimden
şarkıları söyletir insana...
Seher vakti habersizce gara giren ekspres, yüzlerdeki
korkuyu alıp bir yere saklar...
O koskoca Nâzım Hikmet, uçsuz bucaksız donmuş
Kuzey Denizi’nde ışıldakların gölgesinde gibidir...
Bir şiir düşer o anda yasak aşkların geçit vermeyen
ormanında...
Bir kadın gülümser, bir çocuk ağlar...
Kırakof kentinin Kapris Barı’dır mekân...
Bir koca kişi gülümser bir buluta belli belirsiz... Bir ses
duyulur...
Der ki:
“Sesleniyorum, seni yitirmiş geri dönüyor sesimin yankıları...”
Ayrılık çok kötü bir düştür.
Ayrılık hüznün ırmaklarla buluştuğu akşamüstleri
gibidir...
Büyük korkularla selamlaşan ayrılık “Hoşça kal” dediğinde
avuçlarında bir sıcaklığı saklar...
Gözleri dolar insanın, ağlamak ister...
Bilmem o anda neler geçer yüreğinizden...
Benim bacaklarım sızlar, kulaklarım zonklar...
Bir telefon zilidir çalan, hiç beklemediğiniz
saatlerde...
Kadın biraz utangaçtır:
“Kocam evde bu akşam, dışarıya çıkamam...”
Koskoca Nâzım, Bristol Oteli’nde alır
soluğu...
Bir şarkı mırıldanır yalnızlığın içinde...
Ay diliminin üzerinde uyuyan genç kadını düşünür...
*** Kurşuni gökyüzüne bakan adam,
hapishaneden dönen genç kadın, sevdanın penceresinde
darmadağın olmuş düşlerle buluşur...
Bir tutam kır çiçeği olur vazonun içinde...
Duvarda suluboya bir resim...
Hüzün o anda çoğalmaya başlamıştır...
Kıpkızıl çizgide bölünmüş sıcak bir karanlık
kaplamıştı her yeri...
Parmakların ucunda kalan ko...