Uçurumun kenarında, dağların
kuytuluklarındaydık artık...
Umudumuzu yitirmiş, acı ve hüzün
sarmalında yaşamaya çabalıyoruz...
Sözün bittiği
yerdeyiz! Kan gölünün
ortasındayız!
Nasıl çıkacağız, nasıl demokrasiyi bir yaşam
biçimine dönüştüreceğiz?
Cumhuriyet’in dünkü manşeti aslında her şeyi tüm çıplaklığıyla
özetliyordu:
“Dağlıca’da Kanlı Pazar!”
Sıcak mı sıcak bir İzmir gecesinde, Karşıyaka
Bostanlı’da haberi ilk duyduğumda eski CHP
milletvekili Hakkı Ülkü’yle çevre
eylemlerinden söz edip milli
takımımızınHollanda’yla oynadığı maçın ikinci
yarısını izliyorduk...
Haberi ilk duyduğum an telefona sarıldım, önce Erdem
Gül’ü ardından Murat Sabuncu’yu
aradım.
İçimdeki çığlık gecenin içinde dalga dalga yayıldı...
Dağlıca’da PKK, kalleş,
kanlı tuzağını kurmuş, çok sayıda
Mehmetimiz şehit düşmüştü.
Henüz TSK’den resmi bir açıklama
yapılmamıştı. Büyük bir saldırıydı.
Acımasız, hain bir pusu!
Adını ister terör örgütü koyun ister, ister gerilla, bu
hain, kahpece tuzaklarla hiçbir
yere ulaşamaz.
PKK’nin arkasında hangi emperyal
güçler ve istihbarat birimleri
var?..
Hem kırsalda hem kentlerde egemenlik kurmak için
silahlı güç kullanıyor...
İşin ilginç yanı bu arada özerklik ilan edip Kürt halkına gözdağı
verip HDP’yi yüzde 10
barajının altına çekmeye
çalışıyor...
***
Acılar içinde kıvranıyorum...
Bu memleket, yaşadığımız bu coğrafya bizim...
7 Haziran seçimlerinden sonra ve
özellikle Suruç katliamı, bir gün
sonraCeylanpınar’da iki
genç polisimizin evlerinde kurşunlanarak öldürülmesi...
Kim öldürdü iki polisimizi!
PKK önce, cinayeti üstlendi daha sonra “Hayır biz
yapmadık” diye açıklamada bulundu...
Katiller iki PKK’liydi ve
kimi istihbarat
birimleriyle birlikte çalıştıkları kulaktan kulağa
dolaşmaya başladı...
Derin PKK, derin devlet ve çatışma
ortamı!