Mavinin içinde bir kuş beni alıp götürecek çok uzaktaki
denizlere...
Bir kız çocuğu olanca çılgınlığıyla kendi zamanlarını yakalayacak.
Deniz kıyısında uyandığımda, tüm ağaçlar
çiçekleriyle canlanacak...
Sevgililer coşkularıyla buluşacak meydanlarda...
Islak yeleli atlar bize özgürlüğün geç günlerini getirecek...
Yedi renk görkemindeki tüm sevinçler yeryüzünün tüm sabahlarını
aydınlatacak...
Çocukluğumdan kalan düşler o kâğıt kayıklarımı
savuran rüzgârla buluşacak...
Büyümeyen umutlarımı toplayan cadılar, genç
sevdalarımı çalan büyücüler, ülkenin karanlığında koşturan
yobazlar, silahlarını kusturan güçler bizleri hiçbir zaman
yıldıramayacak...
Hep birlikte haykıracağız güneşe karşı, hep birlikte yitirdiğimiz
aşkları arayacağız, hep birlikte sevişeceğiz şarkılar
söyleyerek...
Leconte de Lisle’den şiirler okuyacağız genç,
yiğit, gülerek, özgür ve utanacak bir şeyimiz olmadan...
Diyeceğiz ki:
“Gel! Soylu sözlerle sesleniyor güneş sana;
Kaybol git sonsuza kadar onun şiddetli ateşinde...
Ve geri dön küçücük kentlere ağır adımlarla,
Yüreğin yedi kez dalmış olarak tanrısal hiçliğe.”
El ele, kol kola dolaşacağız bulvarlarda, çiçekler toplayacağız
kırlarda...
Celal Sılay’a özenerek haziran üstümüzde
dal dal olacak, bulutlar üstümüzde seyrek, ışık-gölge de
bir oyun. Saçların yüzünde tek tek...
İşte o zaman ben senin yanına geleceğim, elle...