Kurşun güneş altında çürüyen ağaç, bir eylül sabahında
gülümseyen çocuk, değişimlere yüz tutmuş soluk, aydınlığın
habercisi midir?
Buz mavisi kesilmiş gökyüzünde bir kadının ansızın
kaçışıdır, terk edilişinin öyküsüdür delice tutku
bedenimizi sardığı saatlerde...
Aylardan eylüldür güzelim, eski günlerden kalan bir sevdayı
anımsatır!..
Meltemini dolduran kokulardır sevgilim, loş
uçurumlarda aynı gizin iki sesli ağzında buluşan
kelimeler!..
Taksim’de Gümüşsuyu’na doğru
yürürken kör teröre kurban giden yirmi üç yaşındaki Amanda
Rigg, Yannis Ritsos’un
türküsünü söylüyordu, eski zaman saatlerinin çaldığı
akşamüstlerinde...
Göklere inanırdım eskiden;
ama sen denizlerin derinliğini gösterdin bana;
ölü kentleri, unutulmuş ormanları, boğulmuş gürültüleriyle...
Kekikten ve kararmış taştan o eller için bir çığlığın unutulmuş,
yapayalnız akşamlarda!..
Sevgilim, çocuğum, karım!..
Gün gün büyüyen sevincim!..
Aşk ve düş parantezleri arasında
gözlerini, saçlarını, bedenlerini koyan kadınlar, bak kırmızı bir
güneşi yakalamaya çalışıyorlar!..
Sence nedir hüzün haydi söyle; yüklü gergin dallar
umudun ve umutsuzluğun resmini
çizmek mi?
Kıraç bir toprakta, kül olmuş kentlerde, yoksulluğun boy verdiği
topraklarda bebekler ölüyor
açlıktan!..