Gözlerinin içine bak uzun uzun... Onları seyret... Hayatın dönemecinde düştükleri acıyı göreceksin gözlerinde... Bak uzun uzun gözlerine! Eğer vicdanın varsa, duyarlıysan, insan sevgisiyle donanmışsan o insanların nasıl yalnızlaştığını göreceksin. Çocuk, kadın, erkek, genç, yaşlı... İç savaştan kaçıp gelmişler, hayatlarını sürdürmek için. Kimi Suriye’den, kimi Irak’tan, Afganistan’dan, kimi Bangladeş’ten. Ben onları Dikili Bademli’de gördüm, İzmir’de pasaport İskelesi’nin elli metre ötesinde deniz kıyısında. Beton bir zeminin üzerine gazete kâğıdı sermişlerdi... Kimisi uyuyordu, kimisi ayakta, kimisi bağdaş kurup oturmuştu... Sabaha karşı saat 4... Konuşanlar, uyuyanlar... Günlerdir oradaymışlar... İnsanı derinden etkileyen o hayatı salt İzmir’de görmedim... Türkiye’nin dört bir yanına dağılmışlar, Gediz, Karacabey Ovası’nda çapaya gitmişler, fidan dikmişlerdi. Gün ağardığında polisler geldi onları dağıttı, çirkin görüntü verdikleri için... Çocuklar pide çaldıkları için kıyasıya dövüldüler... Açtılar, susuzdular... Bir an önce Yunan adalarına kaçak olarak gitmek için, inşaatlarda çalışıp para biriktiren üniversite öğrencileri vardı İngilizce, Fransızca bilen. Ömer, içini çekiyordu, buğulu gözleriyle: “Parası olan gitti, ben gidemedim... En az bir yıl daha kaçak işçi olarak çalışacağım Ege’de...”