Bir yas kalabalığının içinde yıllar hızla geçerken, savrulan umutlarımızı arıyoruz belki...
Giderek grileşen gökyüzüne bakarken kaçak düşleri arayan bizler, karanlığın dehlizinden sıyrılmak için çabalarken, kimileri bir aymazlık içinde olup bitenleri seyrediyorlardı...
Cumhuriyet’in iç sayfalarında iki ilan dikkatimi çekmişti:
“7 Aralık 1979’da uğradığı silahlı saldırı sonucunda aramızdan ayrılan, katilleri ve azmettiricileri bugüne kadar yargılanıp cezalandırılmayan babamız Prof. Dr.Orhan Cavit Tütengil’i ölüm yıldönümünde anmak için bugün saat 10.30’da mezarı başındayız.
Babamızı sevgi, saygı ve eksilmeyen bir özlemle anıyoruz.
Kaya Tütengil-Deniz Tütengil Mazlum”
Altında bir başka ilan:
“Türkiye’de bilgisiyar teknolojisinin/ bilişimin öncülerinden Dr. Necdet Bulutbundan 38 yıl önce Trabzon’da karanlık- faşist güçler tarafından katledildi.
Ülkemizin geleceğinin Necdet Bulut’ların anılarının ve mücadelelerinin yaşatılmasıyla aydınlanacağına olan bütün inancımızla, Dr. Necdet Bulut’un anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.
Türkiye İşçi Partili arkadaşları.”
Bir masal ülkesindeydim sanki...
Anıların içine gömüldüm, o yılları düşündüm...
Kurulan pusularda öldürülen Orhan Yavuz’u, Abdi İpekçi’yi, savcı Doğan Öz’ü...
Belleğimizde iz bırakan acının, ölümün, hüznün şarkısı beni 80’li yıllara götürdü.
Vızıldayan kurşunlar, kahpe tuzaklar...
Belki karamsarlığım bu yüzdendi...
Susmak, konuşmamak!
Balgat, Bahçelievler katliamı, İstanbul Üniversitesi’nde öldürülen yurtsever solcu gençler.
Gözlerimi yumdum...
90’lı yıllardı...
Musa Anter, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Onat Kutlar, Ahmet Taner Kışlalı, Vedat Aydın, Mehmet Sincar.
2000’li yıllar...
Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink...
***