Elinde altın anahtar, altında özel uçağı gezmediği, görmediği ülke yoktu...
Damadımız oldu, canımız-ciğerimiz.
Kimdi o?
Rıza Sarraf!
Paraya para demiyordu, Türkiye’yi yol geçen hanı yapmıştı.
Bir varmış bir yokmuş, diye başlayan masal kahramanımız, ABD’nin milyonerler kenti Miami’ye gitti ve yine bir gün ansızın gözaltına alındı.
Savcı Bharara’nın elinde kabarık suç dosyası bulunuyordu. İran’a yönelik ABDambargosunu delmek suçundan tutuklanan Sarraf, paçayı kurtarmak için bir avukat tuttu.
New York Güney Bölgesi Federal Başsavcısı Bharara, yargıç Richard M. Berman,Sarraf’ı sorguladı. Sarraf, 10 milyon peşin, gerisi taksitle 50 milyon dolar verip işin içinden sıyrılmaya çalıştı.
Bu ne demek?
Kefalet ödeyerek yargı sürecinde içeride kalmamak...
Bu gerçekleşmedi, hayatı yıkıldı, düşleri uçup gitti...
Yargıç Berman, 35 sayfalık gerekçeli kararda damadımız Rıza’nın “uçma” yani ABD’den “kaçma” olasılığının yüksek olduğunu gerekçe gösterip kefaletle tahliye istemini geri çevirdi.
ABD’de kefalet ödeyerek tutuksuz olarak yargılanmak bir hak. Sanığın, aksi saptanana dek “masum” olduğu ilkesi geçerli.
Aleyhine olan kanıtlar “ezici bir hal” almadan kefaletin reddi normal sayılmıyor...
Arkadaşımız İlhan Tanır’ın haberine göre, ABD’de son 50 yıl içinde kefalet başvurularının salt yüzde 4’ü geri çevrilmiş yargıca.
***
Haberi okurken 17/25 Aralık’ı anımsadım...
Tarikat şeyhlerini, yağmurlu havalarda birlikte yürüyen siyasileri...
Fethullahçıları devletin olanaklarından yararlanarak devletin en duyarlı kurum ve kuruluşlarında nasıl kadrolaştırdıklarını...
Hey gidi günler hey!