Eylül hüznü var
içimde... İstanbul’dan uzakta,
bir Akdeniz kasabasındayım...
Bir ağacın altında oturuyorum...
Kara buluttan sızan bir ışık gözümü aldı.
Sanki bir gizemin izdüşümü
gibi bir şey bu. Ayırdına pek varamadığım
bir düş
gibi sanki.
Denize karşı
bir yeraltı ırmağının
sesini duyar gibiyim. Bilmediğim bir yerde, geçmiş
zaman hikâyeleri içindeyim.
Bayramdan iki gün önce Silvan’da alçakça
öldürülen 25 yaşındaki
Uzman Çavuş Mehmet Ali Sarak’ı
düşünüyorum.
Sabah evinden sivil giysileriyle çıkmış,
Silvan’ın Diyarbakır Caddesi’nde görev
yaptığı birliğine doğru yürüyerek gidiyordu.
Savcılık lojmanları
yakınında PKK’li teröristlerin saldırısına
uğradı ve orada şehit düştü.
Bir fidanımız
daha kırıldı...
Haberi duyduğumda boğazım düğümlenmiş sinirlerim altüst
olmuştu.
Ölümle hayatın arasındaki o ince çizgiyi düşündüm.
Merak ediyordum PKK kime hizmet
ediyordu?
1 Kasım
seçimleri öncesi demokrasiyi
değil cinayetleri önemseyen, barışa giden yolları bombalarla
kundaklayan, AKP’nin ekmeğine
yağ süren PKK...
Çaresizlik içinde kıvranan
bölgedeki Kürt kardeşlerimiz...
Bir Kürt annenin, askerliğini yaparken
oğlunun şehit düşmesinden sonra yaktığı ağıt, babaların, anaların
çığlıkları:
“Kürtler ve Türkler kardeştir, bitsin artık bu ölümler,
dinsin babaların, anaların, kardeşlerin acıları...”
***
Hayat yeraltının derinliğinde akan su gibi...
Ben ise bir bayram sabahında kendi düşüncelerimi, eylül hüznümü
yaşıyorum...
Kentin üstüne bulutlar çökmüştü birkaç saat önce. Yağmur yağmaya
başlamıştı. Şimdi güneş yüzünü gösterdi.
Altüst olan düşüncelerim,
ağaçlar, dağların yamaçları...
Sol yanımda duvarları beyaz badanalı iki katlı bir ev var.
Evin balkonunda bir gül
ağacı...
Balkona sırtını vermiş gül ağacı bana göz
kırpıp duruyordu.