Uyanıyorum, masmavi bir
gökyüzü dolduruyor odamın içini...
Koltukta kitap okurken
uyuyakalmışım. Yves Bonnefoy’un
sözcükleri, tümceleri içinde gözlerimi yummuşum.
Sabah saatin
yedisi... Güneşli bir
kış sabahı... Günlerden cumartesi...
Can Dündar ve Erdem
Gül dokuz gündür Silivri
zindanında.
Onlar daha erken uyanmışlardır...
Kafam karmakarışık, duygularım beni başka mevsimlere
götürüyor...
Pencereyi açıyorum... Sert esiyor rüzgâr...
Devlet sırrını, gazeteciliği,
Türkiye’nin IŞİD petrolleriyle olduğu
öne sürülen ilişkisi, ABD Savunma
Bakanı Ashton Carter’in
Türkiye’ye ilişkin savları.
Carter, Türkiye’nin düzenlediği hava
operasyonlarının çoğunun IŞİD’i hedef
almadığını belirtip şöyle diyor:
“IŞİD’le mücadele konusunda Türkiye’nin daha çok
inisiyatif almasına gereksinim duyuyoruz.”
Televizyon açık, haberleri dinliyorum...
Can ve Erdem kahvaltılarını çoktan yapmışlardır bu saatlerde.
Gazeteleri okumuşlardır.
Kâğıttan tayyare yapmışlardır çocukluk günlerinde olduğu
gibi.
Masalarının üzerinde kâğıt ve
kalem vardır...
Bir şeyler yazmışlardır Bonnefoy gibi:
“Hangi solgunluk vuruyor seni, yeraltı ırmağı, hangi
damar kopuyor ki sende, yankılanıyor düşüşün
orada!
Ansızın kaldırdığın kol açılıyor, tutuşuyor. Yüzün geri
gidiyor. Hangi sis saklıyor benden bakışını! Usul gölge
uçurumu ölümün sınırı.
Sessiz kollar karşılıyor seni, başka bir kıyının
ağaçları.”
***