Sınır boylarında, ırmakların suladığı topraklarda, binlerce
yıllık tarihin, kültürün boy verdiği bir coğrafyada...
Bir ağacın
dalında, sessizliğin çığlığa
dönüştüğü alaca bir şafakta, tanyeri
ağardığında...
Dağların yamacında, derin vadilerde...
Hani barışın, savaşın en çok konuşulduğu
yıllarda...
O kısacık ömürlerde!
Yoksul evine, anasına, babasına, karısına, çocuklarına bakabilmek
için yollara düşüp AVM inşaatlarında, rezidanslarda, gökdelenlerde
iş bulup çalışırken ölenler...
Hani üniversite
harçlığını çıkarmak için yaz
aylarında Mecidiyeköy’deki Torunlarinşaatının
bilmem kaçıncı katından asansörle toprağa
çakılanlardan...
Esenyurt’ta kışın yine bir AVM
inşaatının yanıbaşına kurulan naylon çadırlarda,
sobanın tutuşturmasıyla cayır cayır yananlardan...
Minibüsle
çalıştıkları tekstil atölyesine
giderken yağmur sularına kapılıp boğularak
ölenlerden...
Bir kilosunu bir liraya topladıkları üzüm bağlarına
giden yollarda, Gediz
Ovası’ndayaşamını yitirenlerden...
Dağda, ovada yaşayanlardan...
Maden işçilerinden; ölümün bir gün kapılarını
çalacağını bilseler bile toprağın 400 metre altına
girenlerden...
Soma ve Ermenek faciasından...
Yaşadımız toprakların her
yerinde... Karadeniz’de,
Akdeniz’de, Hakkâri’de,
Suruç’ta, Ceylanpınar’da, Kaz
Dağları’nda, Toroslar’da...
Yoksulluğun kol gezdiği genç ölüler
ülkesinde!