Kurşun güneş altında çürüyen ağaçtır hayat...
Gülümseyen bir çocuktur bahçede...
Aylardan hazirandır!
Eski günlerden kalan bir sevda, bir
aşk, özlem, tutku!
Sesin uzaklardan gelir, bir müzik eşliğinde:
“Seni çok özledim çok!”
Buz mavisi kesilmiş bir gökyüzünde bir başka
kadının kaçışıdır; terk edilişin öyküsüdür, kanla
sulanan kadim topraklarda bir hayatın yitip
gitmesidir.
Tüm aylar, dört mevsim benim yüreğimde acıdır, hüzündür.
Gecenin sağır sessizliğinde hıçkırıklara
boğulurken, Lice’yi, Sur’u, Yüksekova’yı,Nusaybin’i, Midyat’ı
düşünürüm...
Gözlerim, ellerim, yüreğim süzülen bir yıl gibidir.
Çocukları
düşünürüm, Mehmet’leri sınır
boylarında, dağlarda, vadilerde.
Aşk ve düş parantezleri arasında gözlerini, saçlarını...
Yannis Ritsos’un dizelerini mırıldanırım bir ışık
sahilinde, Homeros’u anımsarım:
“Göklere inanırdım eskiden; ama sen denizlerin
derinliğini gösterdin bana; ölü kentleri, unutulmuş
ormanları, boğulmuş gürültüleriyle...”
O sırada kırmızı bir güneşi yakalamaya çalışırım.
Duraklarım...
Sesini duyarım o anda: “Seni çok özledim çok!”
Kıraç bir toprakta, kül
olmuş kentlerde, yoksulluğun boy verdiği
topraklardabebeklerin öldüğüne tanık
olurum.
İçim acır!
Yüreğime bir ateş topu düşer
kahrolurum...
Dizelerin peşinden giderim o zaman:
“Ey, bizi kırbaçlayan kara kanatlı savaş! Ey, aşklarımızı
kör eden kara örtülü yaratıklar! Ey, zaman zaman
karşımıza çıkan sahte özgürlük kahramanları!..”
***
Homeros’un “Işık Sahili”nde güneşin alev topuna dönüşünü ve
batışını görüyorum...
Hep o ses kulaklarımda:
“Seni çok özledim çok!”
Yine soruyorum kendime: