Seni hayatın bir yerine koyamadım; seni şiirlere
sığdıramadım mor menekşem; seni
“güneşin doğduğu yere” götüremedim...
Senin sevdalarını, aşklarını anlatamadım...
Yıllar önce Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği’nde 4-5
lira gündelikle çalışan sen, bir sabah kamyonun
kasasında işe
giderken Çırpı Deresi’nin
sularına gömüldün arkadaşlarınla birlikte.
Sizi çırpınırken
gördüm azgın, bulanık akan
sularda.
Gözlerimizin içine baka baka can verdiniz!
Ardından ağıtlar yakıldı, taziye çadırları kuruldu sizin
için...
Bir hafta sonra unutulup gittiniz!
Urfalı ağalar, beyler, vurgun soygun
düzeninde köşeyi
dönenler; aşiretler,sonradan
görmeler senin öykünü öğrenmediler hiçbir
zaman.
Sen Türk, Kürt, Türkmen, Alevi...
Özelleştirilen Devlet Üretme Çiftliği...
Çocuk tarım işçileri, soygun, vurgun, talan!
Ben seni Urfa’da
gördüm, Suruç’ta, Ceylanpınar’da,
karlı bir Lice akşamında neredeyse 30
yıl önce...
Yıllar sonra Ordu’da fındık topluyordun...
Çoluk çocuk gözaltına alındınız... İşkenceden geçtiniz... Çünkü
Kürttün, Kızıltepe’den gelmiştiniz...
Kürttün ve siz potansiyel teröristtiniz...
Ordu’da daha 7-8 yıl önce seni horlayan,
gözaltına aldıran vali, 12 Eylül’ün
Ankara’daki “işkence merkezi” DAL’ın
başındaki kişiydi.
Ve seni daha
sonra İstanbul’da, Harran Ovası’nda, Diyarbakır kırsalında
gördüm.
Adın Ceylan’dı, bedenin paramparça...
Tarlada koyunları otlatıyordun...
***
Bir başımayım soğuk bir sabahın ilk saatlerinde...
Çocuklarımızın umutlarından, geleceğinden söz
etmeliyim. Karnelerini alan, hayata adım atan
çocuklarımızdan.
Ölümün ve aşkın bir
biçimi var mı yok mu, onu sorgulamalıyım.
Lacivertler giyinmiş bir gecenin içinde sessizce
ağlarken, Dağlarca’nın dizelerini okumalıyım.
Ağıtlar yakıyordum:
“Anneciğim, büyüyorum ben şimdi,
Büyüyor göllerde kamış.
Fakat değnekten atım nerde
Kardeşim su versin ona, susamış.”
Benim, senin, sizin suskunluğunuz, kendimizi sorgulamamaktan mı
kaynaklanıyor?
Ben bunları düşünürken, Yeni
Osmanlı hayali kuranların bugün içine düştükleri
çıkmazda nasıl gelgitler yaşadıklarına
tanık oluyorum...
Soy bağını yurttaşlık hukukunun üstüne
koymak, bir toplumu ötekileştirmek, sömürü
düzenini küresel güçlerin her buyruğunu yaparak yerine getirirken,
sınırımızın az ötesinde Rus askerlerini görmezden gelmek.
Bu
işlerin “din kardeşliği”yle
değil, diplomasiyle yürüyeceğini
bilmiyorlardı...
Köleleştirilmiş bir toplum, aşiret bağı, feodalizm
örtüsü hayatımızı altüst
ederkenolup bitenleri görmezden
gelenler, Ortadoğu coğrafyasını
ele geçireceklerini sanıyorlardı daha beş yıl önceye dek.
Ceylanpınar’da çocuk tarım işçileri ölürken, Mardin yöresinden
Ordu’ya fındık toplamaya giden Kürtler çoluk çocuk gözaltına
alınıyordu...
Suskunluğun öteki yüzünü anlatmak gerek tüm
çıplaklığıyla...
Adına “töre” denilen o kanlı vahşet zincirinin halkalarını,
“berdel”i yazmalıyım...