29 Ağustos sabahı aklıma şu soru geliyor: “Bir toplum yakın
tarihini bilmedenyaşayabilir mi?”
Sekiz yıl önce yazdığım
yazıda Birinci Dünya
Savaşı’nda düşman cephesinin en saygın patronunun
İngilizler olduğunun altını çizmişim.
Çanakkale’yi ele geçirmek için çok çaba
harcamıştı İngilizler.
Amaçları 1915’te
denizden Çanakkale Boğazı’nı
aşmak, Marmara Denizi’ne girip
oradan İstanbul’a ulaşmaktı.
Peki ondan sonra ne yapacaktı İngilizler?
Marmara Denizi’nden geçerek Karadeniz’e çıkıp
yukarılarda Rus Çarı’yla
buluşacaklardı.
Eğer bu düşlerini gerçekleştirebilselerdi
Rusya’da 1917 Ekim
Devrimigerçekleşmeyecek; Mustafa
Kemal Ulusal Kurtuluş
Savaşı’nda Sovyetler Birliği’yle işbirliği
yapamayacaktı...
30 Ağustos’u anlamamız
için Çanakkale Savaşları’nı
algılamamız gerekir. Tarih bilincinden yoksun toplumlar gerçekleri
algılamaktan yoksundurlar.
Tarihine, kültürüne sahip çıkmayan toplumlar, emperyalizmin
tuzağına düşer.
2008 yılında yayımlanan “30
Ağustos” başlıklık
yazımda;
“Laik, demokratik Cumhuriyeti yıkmak isteyenlerden mi söz
etmeliyim yoksa ekonomiyi yönlendiren, bağımsız yargıyı,
polisi, devleti kuşatmaya çalışan tarikat
şeyhlerinden mi” sorusunu yöneltip şöyle
diyordum:
“Fethullah Gülen salt ekonomiyi değil siyaseti de
yönlendiriyor. Gün Fethullah Gülen ve müritlerinin
günü.”
Aynı yıl kumpas tezgâhı kazandı...
Ergenekon, OdaTV, Poyrazköy,
Casusluk ve Fuhuş gibi düzmece
operasyonların ardından davalar başladı.
O yıllar geçti, çapsız bir imam İslamcılığı
kullanarak TSK’nin kılcal
damarlarına dek girdiğini, 15/16
Temmuz gecesi darbe girişimiyle gösterdi.
Karşısında halkı ve yurtsever askerleri buldu.
Darbeyle devleti ele geçirme rüyası imamın kursağında kaldı...
***
30 Ağustos özgürlüğümüzün ve
bağımsızlığımızın yıldönümüdür bizim...
30 Ağustos’tan 9 Eylül’e dek her şey bir rüya gibidir.
10 Eylül 1922’de Mustafa Kemal İzmir
kıyılarından Ege Denizi’nin ufuklarına bakar
bakar ve şöyle der: