Kaç insanımız ölüyor; çocuğumuz, gencimiz, yaşlımız? Kaç kadınımız saldırıya uğruyor, katlediliyor?
Kilis’e kaç roket atıldı IŞİD tarafından, kaç canımızı yitirdik?
Günde kaç polisimizi, askerimizi “şehitler ölmez vatan bölünmez” diyerek sonsuzluğa uğurluyoruz?
Canlı bombalar, mayınlı tuzaklar, bomba yüklü araçlar.
Yüreğimiz dağlanırken, nasıl düşünebiliriz mutlulukları, gökyüzünün çiçeklerin üzerine yansımasını, sevda bahçelerini, Holderlin’in “yaradanın, kendi cennetinin çocuklarına ihsanları”nı...
Tarihin sayfalarına bakın, Meclis’te yaşananlara, atılan yumruklara, kavgalara...
1994 yılına geri mi dönüyoruz?
Masumiyet karinesini, casusluk ilkesi olarak önümüze sunulan suçsuzluk ilkesini nasıl çiğneyip geçiyoruz son 6-7 yıl içinde.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden haberimiz var mı bizim?
Hani Casusluk ve Fuhuş adı verilen, paralel yapı - gerçek yapı, Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy...
Yahu birlikte yürümüşlerdi yağmurun altında, baştacı edilmişti özel yetkili savcı Zekeriya Öz...
Paralel, pergel!
Dönemin başbakanı ne demişti:
“Ben bu davaların savcısıyım!”
Savcı alıp başını giderken, dershaneler falan gündeme oturdu, suçlu bulundu, FETÖ terör örgütü iddiası bizim havuz ördeklerinin yüzünü güldürdü.
O ördekler yine 6-7 yıl önce “paralel yapı”yla kol kolaydı, iktidarın desteğiyle hepsi birden esip gürlüyordu.
***
Cumhuriyet, habercilik yapıyordu ama yafta yapıştırılmıştı:
“Darbeci Cumhuriyet!”
Üç kez bombalanmıştı gazetemiz...
Öyle pek umursanmadı.
Beyefendi yurtdışı gezisinden dönerken, bizim gazetenin bombalanması sorulunca yanıtı şu olmuştu:
“Bizim partinin İstanbul il binası da bombalandı!”
Unutmuştunuz değil mi?
Kimi olaylar çok çabuk unutulur, kimileri unutulmasa bile unutulmuş gibi davranılır.
Askeri vesayet ortadan kalktı mı iktidar partisi temel hak ve özgürlükleri hayata geçirecekti. 2010 halkoylamasında “yetmez ama evet” diyenlere karşı Cumhuriyet yine uyarmıştı: