Bir kadın düş kuruyordu mavi zamanlar içinde.
Bir kadın yorgun bir gecenin sabahında gülümsüyordu...
Sanki uzun bir yolculuğa çıkmıştı kadın...
Gri yalnızlıklarla çoğalan kent, yarı aydınlık bir günün içinde
telaşları, heyecanları topluyordu usulca...
Çocuklar uyanıyordu. Çocuklar anlatılan masallara
inanmıyordu...
Salonun tam orta yerinde duruyordu kadın. Kadın uzun boylu, iri
gözlüydü...
Bir şarkı ona yeni mevsimleri tanıştırıyordu...
Erkekse uzun divanın üzerinde kadını izliyordu. Mor çiçekli
perdeden bir ışık çizgisi boşluğa düşüyordu...
Tutkular adım başı büyüyordu. Zamansız bir sevda
kadının kirpiklerinde filizleniyordu. Umutla birleşen bir ses,
sınırsız sevişmeleri çağırıyordu.
Erkek o anda çok eskilere doğru yolculuğa çıkıyor; kimi kaçışların,
terk edişlerin resmini çiziyordu.
Kadın, erkeğe sokuldu ve kulağına bir şeyler fısıldadı. Soluksuz
bakıştı ikisi de o anda. Bir tutku bedenlerini alev alev
tutuşturdu...
Her sabah yaşlı güneşle uyanan sevgililer gibiydi kadınla
erkek...
Kadın bir çığlık attı...
Dedi ki:
“Seni seviyorum!”
Erkek, kadının saçlarını okşadı...
Mavi zamanlar içinde düş kuran sevdiği kadına Philippe
Chabaneix’in dizeleriyle yanıt verdi:
“Senden gelir her ne varsa dünyada,
Sensin acısı-tatlısı gecelerimin.
Değişmem saçlarını kıpkızıl yangınlara,
Denizler kadar derin güzel gözlerin.
Güneşlerinde doğmuşsun ekim akşamlarının,
Hayatı sende bulurum ölümleri sende.
Salt isteklerine bağlı ey tatlı kadın,
Neylersin benden uzak kuzey ellerinde?”
*** O sabah yağmur yağıyor
İstinye sırtlarına...
Mavi zamanlar içi...