Masmavi bir gökyüzü... Sakalları uzamış, kır saçlı bir adam
kaybolan yılların ardından sesleniyordu belki...
Diyordu ki:
“Bu kent benim yalnızlığımı giderek çoğaltıyor...”
O kent bir karmaşanın içinde uyanıyor...
Sokaklar bomboş... Çocuklar ortalıkta görünmüyor...
Bir tuhaf duygu kaplıyordu o anda içini. Zilzurna sarhoş olduğu
sabahları anımsıyordu.
Artık soluksuz rüzgârlarda koşmaktan yorulmuştu, hüzünlü akşamları
çoktan unutmuştu...
Yıldızlar kaybolup aşk uykuya
yattığında o durmadan ağız mızıkası çalardı. Argos
Kralı İnakhus’u kızdırır, Argos kentinin Hera Tapınağı’nda Zeus’un,
İo’nun saçlarından tutup ateşli öpüşlerde seviştiğini
anımsardı...
Gözlerinin kül rengi ışığında Cesare Pavese’nin
gülümsemesi, Czeslaw Milosz’un büyücülerini bile
baştan çıkarırdı...
Hani ay ışığının İyonya Denizi’ne düşüşü vardı ya, hani yasak
sevişmelerin derinliği su üzerinde
gölgeler çizerdi ya...
Öyle bir şeydi onun yaşamı...
Birden irkildi mavi göğün altında...
Tanıdık bir ses kulağına bir şeyler fısıldadı:
“Anla seni özledim, anla sevgin dayanılmaz...”
Güneş ısıtmıyordu...
Üşümüştü...
Bir adım atıp durdu. Elleri ceplerindeydi...
Dedi ki:
“O acılı geceden çok şey kalmadı geride.