Düşüncelerin düğüm düğüm olduğu saatler vardır, hayatın
gelgitleri...
Biz Marquez’in
Kolombiya’ya, Asturias’ın
Guatemala’ya, Neruda’nın Şili’ye kötülük
etmiş birer “vatan haini” olduğunu aklımızın
ucuna bile getirmeyiz...
Oysa onlar, kendi yöneticilerince sevilmeyen,
dışlanan, ötekileştirilen,
horlanan,işkenceden geçirilen sanatçıları,
şairleri, düşünürleri,
edebiyatçılarıdır...
Bir dönem Türkiye’de sanatçılar,
aydınlar, bilim insanları, edebiyatçılar, tek
parti döneminde, çoğulcu demokrasiye geçtiğimiz
yıllarda, askeri darbelerde,
sivilyönetimlerde birer
“vatan haini” değiller miydi?
Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Aziz
Nesin, Rıfat Ilgaz, Turhan Selçuk,
YaşarKemal, Can Yücel,
İlhan Selçuk, Çetin Altan,
Sadun Aren, Behice Boran,
Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve
daha nice aydınlık yüzlü insanımız.
İkiyüzlü, sevgiden uzak bir toplumuz...
Bağnazlığın ve
ilkelliğin sarmalında sanatın içine
tükürenlerle birlikte yaşamaya çalışıyoruz.
Nâzım Hikmet ne demişti:
“Ben bir vatan hainiyim!”
Yazarın,
sanatçının, edebiyatçının gücü her
dönemde çağdışı politikaları ve ilkel
düşüncenin engelini aşıp geçiyor...
Avrupa’nın liberal burjuvası
da azgelişmiş ya da gelişmekte
olan ülkelerin aşağıladığı, hor
gördüğü, ezdiği sanatçıları,
yazarları ödüllendiriyor.
***
Yazımı
Cumhuriyet İzmir Bürosu’nda
yazıyorum...
Hava yine bulutlu ve serin.
İnsan kısacık yaşamında her şeyi göremez ama bakmakla ve görmek,
görmekle anlamak, anlamakla algılamak arasındaki ayrıntıları
kavrayabilir.
Fransız ve Rus devrimini kim gördü?
O devrimin içinde yaşayan kuşaklar mı?