Bir toplumda ne kadar değişik düşünce varsa ve bu
düşünceler hoşgörüyle karşılanıyorsa, o
ülke o denli uygar, o
denli özgür demektir.
Sosyal ve toplumsal konularda “iki kere iki dört eder” gibi
matematiksel bir kesinlik yoktur...
Nasıl bir yerden başka bir yere gitmek için tek yolun bulunduğu
söylenmezse, onun gibi toplumsal
mutluluğa da tek yoldan gidilebileceği ileri
sürülemez.
Hayata da böyle bakmak gerekir...
Hayatı yaşanır kılan, sevgiyi çoğaltan toplumlarda uygarlık yolu
temel hak ve özgürlüklerden geçer...
1923 Devrimi, çağdaş değerlere bağlı bir millet
yaratmanın atılımıydı ve bir “uygarlık tasarısı”na doğru
yönlendiriyordu toplumu: Cumhuriyetçi,
laik, demokrat, sosyal bir devletin
temellerini atıyordu; eğitim
ve kültür devrimine özel bir
ağırlık veriyordu.
Güçlü bir Türkiye böyle kurulacaktı...
Kurulmuştu da...
Ne var ki, 1950’lerle beraber, ters
yönde dönmeye başladı çark, suların akışı başka kanallara
bağlandı.
Türkiye’nin önü darbelerle kesildi... Özellikle 12
Mart, 12 Eylül darbeleri Türkiye’nin önünde büyük
engeller kurdu, sağ partiler ivme yaptı, demokrasimiz bundan çok
zarar gördü. Fethullahçıların
yani FETÖ’cülerin yükselişi 12 Eylül
darbesi, 1982 Anayasası halkoylamasıyla
birlikte başladı...
Tarikatçı bir kuşatma ülkemizi dört koldan sardı,
bizi 15 Temmuz 2016’da
felakete götürdü.
***
Son günlerde Prof.
Dr. Server Tanilli’nin
kitaplarını yeniden okuyorum...
Türkiye’de hiçbir şey artık bizi şaşırtmamalı. Tanilli, bunları çok
yalın bir dille anlatıyor.