Acılar yüreğimize kor gibi düşüyor, ama yaşam yine de
sürüyor...
Ölümlere alkış tutan toplum nice faili meçhul cinayeti
unuttu...
Bir Paris akşamındayım...
Her zamanki gibi düş kuruyorum...
Eski yazılarım geliyor aklıma...
Bir gün umutsuzluğa düştüğümde sormuşum:
“Yarına var mısın, söyle...”
Kanlı Pazar’lar, Madımak’lar, Bahçelievler
yaşamımızda hüznün ve umutsuzluğun adresi olmuş...
O umutsuzluk denizinde haykırmışım:
“Haydi gel ölümden konuşalım!..
Belki de tümüyle aykırıdır gerçeğe, ama ne olursa olsun biz yine de
ölümden konuşalım seninle...
Rüzgâra vuralım kendimizi, istersen kayalıklara, koşalım denizlere
doğru sevgimiz filizlensin diye...
Metin’den söz edelim, sevdanın resmini çizelim
Behçet’le, biraz Endre
Ady’nin öpüşlerinin ateşini yakalım...
Konuşalım sabahlara dek ölüm üzerine. O serin
akşamlarda koşalım deliler gibi...
Gel, ölümden söz etmeden önce bir şeyler içelim seninle...
Buğulu bir bardak içinde, buzlu ve
limonlu votkayla birlikte...
Aşk duygusu sıkıştırıyor patlamak üzere olan yüreklerimizi
dinamit gibi, soğu...