Sessizlik bize
göre değil...
Alevlerin alacakaranlığında yitik zamanların
sevdalarını topluyoruz artık.
Gizemli hüzünler, bizi kışkırtan bakışlar kendi
kıskançlığımızın içinde gizleniyor.
O son
fırtınayı, yağmurları, gök
gürültüsünü anımsıyor musun?
Annen kollarını açmış, başını göğsüne
yaslamıştın. Mavi evlerin kiremitleri uçuşuyordu.
Her sevda bir özgürlük getirir
insana...
Her sevda denizlerin mavisinde kendini
bulur.
Bir her şeyi, sevgiyi, sevişmeyi unuttuk.
Gözlerimiz aydınlık
sabahlara tutsak.
Güray Öz gibi, akılları
her gün firar ediyor içerideki arkadaşlarımızın...
Ne diyordu Güray Öz:
“Cumhuriyet davası önceki
davalardan daha çürük.”
Silivri günlerini
anlatıyor Güray:
“Aklımız her gün
firar ediyordu. Her gün
dışarıdaydık biz. Uçup
yıldızlara, öteki hayatlara
ulaşmamızı engelleyemediler.”
Biz hapishaneleri bilirdik...
Öyle bir kuşaktan
geliyorduk...
Kimimiz 12 Mart’ın
kimimiz ise 12 Eylül’ün hışmına
uğramıştı.
Beynimize kelepçe vurulsa bile yıldızların
yanına gider, öteki hayatlarla
buluşmayı bilirdik.
Sessizlik bize göre değil...
Esmer yüzlere önce kış güneşi kondu ardından
yaz güneşi.
Hayata
sarılmayı hapishanelerde öğrendik biz....
Sevgiyi...
Emeği...
Tutkuyu...
Barışı...
Özgürlüğü...
Aşkı...
Haydi, hayatın, umudun türküsünü
söyle!
***
Bir hafta önceydi...
Yağmur bardaktan boşalırcasına
yağıyordu...
Karl Krolow’un ağıtları tüm
yüzlere yansıyordu.
Düşsüz uykularımızda kömür rengi bükülen
kurşunlar görülüyordu.
Bir aşk masalının orta yerindeydik
oysa...
Tüm sevişmeleri yarım
bırakmıştık.
Ağlamak istiyor
ama ağlayamıyorduk.
Gazeteleri okuyordum...
Avrupa Komisyonu Komiseri Nils
Muiznieks, tutuklu
gazetecilerin AİHM’deki davalarına müdahil
olmuştu.
Haberi Duygu
Güvenç yazmıştı Cumhuriyet’te...
Diyordu ki: