Yazarlık hayatımın en zor deneyimiydi. Binlerce çaresiz
bakışın yükünü sırtımıza aldık ve dönüyoruz. Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ın eşi Emine Erdoğan,
oğlu Bilal Erdoğan, Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Aile
Bakanı Fatma Betül
Sayan Kaya, Ak Parti
milletvekili Ravza Kavakcı ile
beraber Arakanlı mültecilerin kaldığı, Myanmar- Bangladeş
sınırındaki Kutupalong Kampı'ndan yeni ayrıldık.
İstanbul-Dakka arası 7 saati aşkın uçak yolculuğu, ardından
yaklaşık bir saatlik uçak seyahati daha ve en nihayet yaklaşık 2
saatlik, köhne yolları takip ederek gidilen araba yolculuğu
sonrasında kampa ulaştık. Gerçi kamp demek doğru olmaz. Zira ne
altyapı var, ne yol, ne temiz su, ne düzenli yemek... Yerler çamur
içinde, kanalizasyon yok; kalınan yerler üzerine kumaş gerilmiş
çadırımsı çözümler ya da kafese benzeyen küçük yapılardan ibaret.
Bu arada kampların durumu için
Bangladeş hükümetini suçlamamak, dünyanın en az
gelişmiş ülkelerinden biri olduğu
gerçeğini unutmamak ve onlara
destek olmak gerekiyor.
Her şeyini geride bırakıp yollara düşen mültecilerin ne
kıyafeti, ne parası var. Etrafta çıplak dolaşan bir sürü çocuk var.
Koleranın yayıldığını duyuyoruz. Dün akşam geç yatan oğlumu kafaya
taktığım için utanıyorum. Hiçbir sterilizasyon sistemi olmadığı
için havada öyle ağır bir koku var ki nefes aldığınıza sizi pişman
ediyor. Muson yağmurları da başladı mı, her yeri çamurun kapladığı,
dünyanın yaşaması en zor yerlerinden biri olabilir ama ölümden
kaçanlar için neticede "yaşanacak" bir yer...
Konuştuğum mülteciler, eşlerinin veya
çocuklarının yakarak öldürüldüğünden, kadınlara
tecavüz
edildiğinden bahsediyorlar. Zaten
bazı kadınların gözünün feri sönmüş
âdeta; onlara ne olduğunu sormaya
bile korkuyorum. Kamptan ayrılmak üzere yürürken, artık
geldiğimdeki halimden eser yok. Bana çevrilen gözlere bakamıyorum.
Çaresizlik elimi kolumu ağırlaştırıyor, sanki
uyuşturuyor.