Her darbe de bir nevi işgal girişimidir. Ancak bu işgal
girişiminin durup dururken, spontane biçimde ortaya çıktığını
düşünmüyorsunuzdur herhalde. Batılı devletler, gözüne kestirdikleri
ülkeyi işgal etmeden önce, o ülke içinde ayrı, dış kamuoyunda o
ülkeye dair ayrı ön çalışmalar yaparlar. Türkiye de bu ön çalışma
aşamalarından geçti, geçiyor.
Bu süreçte, en merkezi kuvvet Erdoğan'dı. Onu zayıflatmak birinci
hedefti. Gezi kalkışmasından 17-25 Aralık'a, 7 Haziran'dan bugüne,
her seferinde Erdoğan'ın itibarından küçük de olsa bir parçayı yok
etmek için uğraşıp durdular. Onun itibarı ve kapsayıcılığı
zedelenince, milleti bölmek ve öldürücü son darbeyi vurmak daha
kolay olacaktı zira.
Son iki yılda havada uçan 'katil, diktatör, hırsız' söylemlerini,
"Tek adamlığa gidiyor, etrafındaki kimseyi dinlemiyor" laf
kalabalıklarını,
Bunlar işe yaramayınca piyasaya sürülen "Erdoğan iyi ama çevresi
kötü, kalitesiz, seviyesiz" söylemlerini,
Nerdeyse her hafta ayrı bir terör saldırısı olurken tek derdi
'aşırı Reisçiler' olan AK Parti'li fırıldakları, FETÖ'den tutuklu
bulunan Ali Bulaç'ı 10 ay önce ilk sayfasına taşıyıp, uzlaşma
kampanyasının yıldızı yapan destekçilerini,
Bülent Arınç, paralelle mücadeleye karşı çıkıp şahsıma hakaret
ederken, Arınç'a siper olan 'yandaş'ları,
Ülkeye operasyon çekip, darbeye bir hafta kala Almanya'da soluğu
alan, dün de Cumhuriyet'ten istifasını duyuran Can Dündar'ın
tutuksuz yargılanması için çırpınan Başbakan, hükümet sözcüsü ve
'millî gazetecileri',
ABD Başkan Yardımcısı, Türkiye'ye gelip Can Dündar'ı kahraman ilan
ettikten bir ay sonra jet hızıyla Dündar'ı serbest bırakan Anayasa
Mahkemesi'ni,
AYM kararını eleştirdiği için Erdoğan'ın topa tutulmasını,
partisince 'şahsi görüşüdür' denmesini,