Siyaset, 2.5 yıldır ideolojik bir zehirlenmeye maruz kaldı. Hiçbir meseleye Erdoğan'la ilişkilendirilmeden yaklaşılmasına izin vermeyen bu sürecin kurbanlarından biri de Başkanlık sistemi tartışması oldu. Salt 'diktatörlük vs özgürlük' ikiliğinin sığlığına kilitlenen tartışma, toplumun bu yöndeki enerjisini yok etmeyi ve kamuoyunu teslim almayı amaçlıyordu. Bu strateji, Ak Parti'ye yakın bazı kâlemlerin de havlu atmasıyla başarıya ulaşmış görünüyordu. Ancak 1 Kasım'da siyasal alanı âdeta 'reset'leyen ve yeniden inşa etmeye imkân kılan bir kapı açıldı. Şimdi o kapıdan girerek, medeni biçimde, argümana dayalı bir tartışma yapmanın zamanıdır.
Bence ilk anlaşılması gereken, Ak Parti'nin Başkanlık sistemindeki ısrarının sebebidir. Zira Başkanlık, Ak Parti için yeni anayasanın tali bir unsuru veya yan öğesi değil, sistem değişikliğinin özüne tekabül eden merkezidir. Hatırlarsanız 2007'de, Başbakan Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasına yönelik tepkiler sayesinde 367 safsatası kaide haline getirilmişti. Bu refleksif karşıtlık, Cumhuriyet Mitingleri'nden e-muhtıraya ve oradan da mecburi erken seçime dönüştürüldüğünde, Ak Parti vesayet bekçisi bir kurum olarak tasarlanmış Cumhurbaşkanlığı makamında kimin oturacağını halkın seçmesine izin vermeden, bu kilidin açılmayacağını görmüş ve referanduma gitmişti.