Okul önlerinden kovulduk.
Hastanelerden, kamu kuruluşlarından, belediyelerden kovulduk.
Özel işyerlerinden kovulduk.
Meclis'ten kovulduk.
Tüm bu kovuluşlar içinde, başörtülü kadınların hepsinin birden, sanki aynı anda, toplu hakarete uğruyormuş gibi hissettiği an, Merve Kavakçı'nın halkın oylarıyla seçildiği meclisten, 'burası devlete meydan okunacak yer değildir' denilerek kovuluşu olsa gerek.
Kavakçı, 'Dışarı dışarı' diye tempo tutan ergen vekiller yüzünden yemin edeceği kürsüye bile yaklaştırılmamıştı. "Bu kadına haddini bildiriniz" diyen Başbakan Ecevit ve avanesi tarafından hem kendisinin hem de ona oy veren halkın hakkı hiçe sayılmıştı.
Kavakçı'dan farklı olarak kürsüye gelip, orada aşağılanan vekiller de olmuştu.
Leylâ Zana mesela. Başında, köylü bir ananın hediyesi sarı- kırmızı- yeşil incecik bir bant, yeminden sonra Kürtçe "Yaşasın Türk-Kürt halklarının kardeşliği" sloganı...
Tabii tüm bunlar Kemalist- seküler yemin teolojisini 'bozan' unsurlardı. Yemini kabul edilmedi, tekrar çağrıldı. Meclis Başkanı, 'Kızım' diye hitap ederek, 'Sözünü geri al' diye buyurdu. Zana, "Ben kardeşlik dedim ama" dese de fark etmezdi. İki kez 'Sözümü geri alıyorum' dedi ve yemin etti.
Hatip Dicle var mesela. Kürsüye "Bu yemini ben ve arkadaşlarım anayasal baskı altında okuyoruz" diyerek takiyyeciliğin çarkına çomak sokan. Ona da uzun ısrarlardan sonra sözünü geri aldırmışlardı ama o hakikat ağızdan çıkmıştı bir kere.