Kemâl Kılıçdaroğlu'nun, altı yıla sığdırdığı yedi seçim
yenilgisine rağmen rakipsiz girdiği kurultayda yeniden genel başkan
seçilmesi tartışılıyor.
Yılmaz Özdil'in dediği gibi bu salt 'gerizekâlılık'la
açıklanabilecek bir durum değil.
CHP'nin en uzun süreli genel başkanlarından Deniz Baykal'ın kaset
operasyonuyla devrilmesinin ardından koltuğa paraşütle indirilen
Kılıçdaroğlu'nun, namus ve şeref gibi yabancısı olduğu kavramlarla
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a saldırması da bu tartışmayı örtmeye yeterli
değil.
Kılıçdaroğlu, Mayıs 2010'da ahlaksız bir dizayn sonucu genel
başkanlık koltuğuna oturdu ve hâlâ o dizayn sahipleri tarafından
koltuğu korunuyor. "Son kullanma tarihi" geçene kadar da öyle
olacak.
CHP'nin 'yeni CHP' adı altında, ülkenin millî güvenliğiyle
çelişecek şekilde DHKP-C ve paralel yapı gibi terör örgütleriyle
aynı yatağa girmesi;
PKK terör estirdikçe 'hendekçi arkadaşlar' ve HDP ile dayanışmayı
artırması;
Türkiye'ye düşman olan Esed rejimi, Maliki rejimi ve en son Putin
rejimi ile sıcak ilişkiler geliştirmesi;
Bundan da önemlisi Suriye krizini mezhep eksenine oturtan İran'ın
âdeta güdümüne giren bir parti haline gelmesi karşımızdakinin
başarılı bir dizayn çalışması olduğunu ortaya koyuyor.
Kılıçdaroğlu için genel başkanlık öncesi en yoğun PR çalışmasını
yaptığı bilinen Gürsel Tekin'in, 'ham çökelek' Atilla Taş'tan bile
54 oy geriye düşerek Parti Meclisi'ne giremeyişi;
Yine Enis Berberoğlu ve Mehmet Bekâroğlu gibi isimlerin Parti
Meclisi'nde yer bulamayışı gittikçe tek tip bir CHP kadrosuna doğru
yol alındığı iddiasını doğruluyor.
Bazıları bunu 52 üyenin 42'sinin Alevi olması üzerinden, "CHP artık
bir Alevi partisidir"diye yorumluyor ama bu tanımlamaya pek de
katılmıyorum.
HDP'ye "Kürt partisi" demek ne kadar yanlışsa, CHP'ye de "Alevi
partisi" demek o kadar yanlış olur. Zira HDP Kürtlükle, CHP de
Alevilikle, Kürtlerin de Alevilerin de, Türkiye devletinin de
çıkarlarına ters düşen bir siyasî stratejiyi kimlik postuna
bürüyerek yüceltip yayma amacını taşımaktadır.