Suudi Arabistan'da, 24 saat içinde üç bombalı saldırı
gerçekleşti. İlki Cidde'de, Amerikan Konsolosluğu yakınında oldu.
İkincisi Katif'de Şii Camii'nin yakınında oldu. Sonuncusu ise
kalbimizi kanattı, öfkemizi harladı, kanımızı dondurdu. Müslümanlar
için Mescid-i Haram'dan sonraki en kutsal mekân olan Mescid-i
Nebevi'ye 100 metre uzaklıkta bombalar patladı.
Çıkarken ayakkabılarımızı bile yere sessizce koyarak ayrıldığımız
Efendimiz'in (s.a.v.) huzuruna metreler kala kendini patlatanların,
İslâm ile de cihad ile de yakından uzaktan alakasının olmadığı
kesin. Bombalı saldırı ile Mescid-i Nebevi'yi aynı cümle içine
sığdıranların ateş ehli olduğunu bilmek, azapların en büyüğünün
onların beklediği ilahi vaadine inanmak, bu cehennem köpeklerinin
ait oldukları yerde sonsuza dek sürüneceğini düşünmek bile insanı
sakinleştirmiyor aslında.
Yine de Suudi polislere, 'sizinle iftar yapabilir miyim?' diye
sorduktan sonra, dört güvenlik görevlisinin ölümüne sebep olacak
şekilde kendini patlattığı söylenen zalimin, bizi hangi sorularla
baş başa bıraktığı üzerine soğukkanlılıkla düşünmek zorundayız.
Geçtiğimiz sene, Avrupa Birliği ülkeleri arasında, en önde gelen
Esed karşıtı ve muhalif destekçisi ülke Fransa'ydı. Art arda gelen
DAEŞ saldırıları ile ülke içe kapandı, siyasî çekişmelere boğuldu
ve hizaya geldi.